Makaleler

Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında Mahkemeye Erişim Hakkı: Tefhim Edilen Kısa Kararın Gerekçeyi İhtiva Etmemesinde Kanunyolu Sürelerinin Başlangıcı Sorunu

Adil yargılanma hakkı, AİHS.’nin 6’ncı maddesinde; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir (…)” şeklinde düzenlenmiştir.

Aynı zamanda bu hak, 1982 Anayasası’nın 36’ncı maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” denilmek suretiyle güvence altına alınmıştır.

Mahkemeye erişim hakkı, adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. AİHS. madde 6 ve Anayasa’nın 36’ncı maddesi çerçevesinde, kişilerin mahkemeye erişim hakları bulunmaktadır.

Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- Anayasa’nın 40’ncı maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).

Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

Cezai uyuşmazlıklar bağlamında mahkemeye erişim hakkı, aleyhinde suç isnadı bulunan bir kimsenin ilgili isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkı bahşetmektedir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 49).

Bu hak, suçlanan kişiye davasının mutlaka devam etmesini isteme hakkı değil, hakkındaki isnadın bir hâkim tarafından karara bağlanmasını isteme hakkı tanımaktadır (Deweer/Belçika [BD], B. No: 6903/75, §§ 48, 49).

Mahkemeye erişimin yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler, usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).

Bu çerçevede öngörülen koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekecektir (AİHM kararları için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40; Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, § 24).

Gerekçeli karar hakkı da adil yargılanma hakkının bir unsurudur. Anayasa’nın 141’inci maddesinde; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36’ncı maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında gerekçeli karar hakkını, AİHS.’nin 6’ncı maddesi kapsamında yorumlamıştır. (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25). Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirme tehlikesini taşımaktadır. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur.

(B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 50; B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 66).

AİHS.’ ne ek 7 no’lu Protokolün 2’nci maddesinde; “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkûm edilen her kişi, mahkûmiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir” denilmek suretiyle kanun yollarına başvuru hakkı düzenlenmiştir. AİHM, kanunyoluna başvuru hakkının özellikle sürelerin hesaplanmasında yapılan hatalar sebebiyle kabul edilmemesini ihlal saymaktadır (örneğin, Osu/İtalya, 36534 / 97, 11.07.2002). Dolayısıyla, kanun yollarına başvurma hakkı da adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, Anayasa’nın 36’ncı maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa’nın 13’üncü maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”denilmektedir.

Temel hak ve hürriyetlere yönelik müdahale, Anayasa’nın 13’üncü maddesindeki koşulları taşımadığı müddetçe, Anayasa’nın 36’ncı maddesinin ihlali anlamını taşıyacaktır. 13’üncü maddede, temel hak ve hürriyetlere müdahalenin koşulları; “kanun tarafından öngörülme”, “haklı bir sebebe dayanma”, “ölçülü olma” koşullarına bağlanmıştır.

Anayasa’nın 36’ncı maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı, sınırlamalara tabi tutulabilir ise de bu sınırlamaların ölçüsüz olmaması ve mahkemeye erişim hakkını sınırlandırmaması gerekir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen fiili ve hukuki sebepler, bu hakkın ihlali sonucunu doğurabilir (Özkan Şen, § 52).

Anayasa Mahkemesi, buna benzer durumlarda, dava açma sürelerini düzenleyen ve karışık, dağınık olan mevzuatın aşırı katı yorumlanmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini belirtmiştir. Özellikle derece mahkemesi kararında gösterilen merci ve süresine ilişkin bilgilere güvenilerek buna uygun şekilde yapılan başvuruların reddedilmesinin, başvurucular üzerinde öngörülemez ağır bir yüke sebep olduğu ve başvurucuların katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu belirtmiştir (Cemile Akyıldız B. No: 2014/1382, 22/09/2016).

Özellikle ceza yargılamasında tamamen gerekçesiz bir kısa kararın tefhimi ile yetinildiği hallerde, gerekçeli kararın tebliği ile sürenin başlaması gerektiğini ifade etmeliyiz. Uygulamamızda kısa kararın tefhimi ile birlikte “süre tutum” dilekçesi verilmediğinde hak kaybı doğmakta, kanun yolu müracaatının reddine karar verilmektedir. Çoğu kez kısa karar tefhim edildiğinde, bu kararın gerekçeleri gösterilmemektedir. Halbuki temel hususlarda gerekçeleri gösterilen bir karar verilmeden, kanun yoluna müracaat süresinin başladığının kabul edilmesi, hakka yönelik ölçüsüz bir müdahale oluşturmaktadır. Müdahalenin ölçüsüzlüğü gerek mahkemeye erişim hakkı gerek gerekçeli karar hakkı gerekse kanun yollarına müracaat hakkı bakımından söz konusudur.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 39’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında; “Gün ile belirlenen süreler, tebligatın yapıldığının ertesi günü işlemeye başlar” hükmü yer almaktadır.

İstinaf kanunyoluna ilişkin 273’üncü maddenin 1’inci fıkrasında; “İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır” denilmektedir.

Maddede yer verilen “hükmün açıklanması” ibaresinden maksat, gerekçeli hükmün açıklanması olup, hiçbir gerekçeyi ihtiva etmeyen kısa kararın açıklanması bu kapsamda değerlendirilemez.

Hükmün gerekçeli olması gerekliliği, Anayasa’nın 141 ve CMK’nın 34, 230 ve 232’nci maddelerinde açık bir şekilde düzenlenmiştir. Gerekçeli olarak verilmeyen bir karar, yüze karşı verilmiş olsa da hukuken tam anlamıyla açıklanmış bir hüküm olarak nitelendirilemeyecektir. Çünkü, kararın açıklandığının kabul edilebilmesi için, kararın tüm unsurlarının bulunması ve gerekçe ihtiva etmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi Nihal Uslukol Başvurusuna ilişkin verdiği bireysel başvuru kararında da HMK hükümlerine atıfla esas olanın gerekçeli kararın tebliği olduğunu belirtmiş ve başvurucunun kanun yoluna müracaatının reddedilmesi ile mahkemeye erişim hakkı kapsamında, Anayasa’nın adil yargılanma hakkının düzenlendiği 36’ncı maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir[1]. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 232’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan “Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açık­lanma­sından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur” düzenlemesi duruşmada tefhim edilen kararın bir gerekçeyi ihtiva etmekle birlikte, belirli ayrıntıların tamamlanabileceği anlamına gelmektedir. Bu sebeple duruşmada “kısa karar” adı altında, hiçbir gerekçe ihtiva etmeksizin “dayanakları ileride gerekçeli kararda açıklanacağı üzere” yazmak suretiyle verilen kararlarda kanun yoluna başvuru süresinin bu kararın tebliği ile başlayacağı hususunun belirtilmesi isabetli olacaktır.

Nitekim etraflıca düşünülmeksizin “nasıl olsa gerekçesi ileride yazılır” düşüncesi ile verilen kararlar sonrasında kısa kararda açıklanan hükümle, gerekçeli kararda açıklanan hüküm arasında farklılıklar olabilmektedir[2]. Uygulamamızda cezaya seçenek tedbirlerin uygulanmasından[3], yasa maddelerinin, hukuki müesseselerin eksik yanlış tatbiki[4], az çok ceza tayini[5] gibi farklılıklara nazaran kısa kararda beraat eden sanığa gerekçeli kararda ceza verilmesinin[6] örneklerine de rastlanmaktadır. Bu gibi haller “kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki” nitelendirmesi ile kaldırılmakta yahut bozulmakta ise de[7] sorunun çözümü, tefhim edilen uygulamada “kısa karar” olarak isimlendirilen hükmün, temel anlamda bir gerekçeyi ihtiva etme zorunluluğunun aranması ve 232/3 hükmünün yukarıda ifade ettiğimiz üzere, “gerekçeli kararın ayrıntıları” olarak anlaşılması icap etmektedir. Uygulamadaki hali ile açıklanan “kısa karar” esası itibariyle, kişinin yasa yoluna müracaat edebileceği bir hüküm niteliği taşımadığından, kanunyolu süresinin de gerekçeli kararın tebliği ile başlayacağı kaydı ile açıklanmasının gerektiği düşüncesindeyiz.

[1] “… Mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında “… kısa karar açıklanıp gerekçeli karar açıklanmadığından, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içerisinde mahkememize yada mahkememize gönderilmek üzere başka bir yer İcra Hukuk mahkemesine verilecek dilekçe ile temyiz yasa yolu açık olmak üzere davacının huzurunda verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı” denilerek temyiz süresinin kararın tebliğinden başlayacağının belirtildiği, başvurucu gerekçeli kararın tebliğ̆ edildiği tarihe göre süresi içinde temyiz talebinde bulunmasına rağmen Dairenin 24/3/2016 tarihli kararında, kısa kararın tefhim edildiği tarihe göre yasal süre içinde talepte bulunulmadığı belirtilerek (bkz. §§ 11-13) temyiz dilekçesinin reddedildiği anlaşılmıştır. ..Somut olayda temyiz süresinin yukarıda yer verilen Kanun hükmüne göre tefhim veya tebliğden itibaren on gün olduğunda duraksama bulunmamaktadır. Sorun, sürenin hangi durumda tefhim ya da tebliğden başlatılacağından kaynaklanmaktadır. 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinde sayılan unsurları taşımayan hükmün geçerli olarak tefhim edilmiş̧ bir hüküm olarak sayılmayacağı, dolayısıyla gerekçeli karar tebliğ̆ edilmeden kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağı açıktır. Bu durum kanun yollarına başvurunun etkililiğinin sağlanması yönünden de gereklidir. Nitekim başvuruya konu ilk derece mahkemesi buna uygun olarak gerekçesi açıklanmadığı için hükme karşı tebliğinden itibaren on gün içerisinde kanun yoluna başvurulabileceğini belirtmiştir.

Yukarıda belirtilen tespitler ışığında başvurucunun -ilk derece mahkemesinin kısa ve gerekçeli kararında belirtildiği üzere- istinaf süresinin kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağına güvenerek kanun yoluna müracaat etmesinin -mahkemelerin kanun yolunu ve süresini ilgili kanun ve içtihatlara uygun olarak taraflara doğru gösterme yükümlülüğü altında olduğu dikkate alındığında- makul görülmesi gerekmektedir. Bu durumda temyiz merciinin somut olayın koşullarında temyiz süresinin ilk derece mahkemesi tarafından gerekçesi açıklanmadığı halde tefhimden itibaren başlamasına ilişkin yorumunun öngörülemez nitelikte olup başvurucu üzerinde ağır bir yüke sebep olduğu, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir…” (Nihal Uslukol Başvurusu, 2016/73086, 25.09.2019, RG. 23.10.2019-30927).

[2] Konuyla ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2011/2-339 Esas, 2012/103 K. sayılı ve 20.03.2012 tarihli içtihadında; “5271 sayılı Yasanın 232. maddesinin 3. fıkrasında “hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç on beş gün içinde dava dosyasına konulur” Aynı Yasa maddesinin 6. fıkrasında ise, “hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” düzenlemesine yer verilmiştir. Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere; ceza yargılaması işlemleri, onlara belge kanıtı değerinin tanınması amacıyla duruşmada okunarak tutanaklara yansıtılmakta ve yetkililerce imzalanarak resmî belge niteliğine kavuşturulmaktadır. Gerekçeli karar, duruşma tutanağının devamı niteliğinde bulunup, onun hükümlerine tabidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.03.1995 gün ve 53–82, 09.05.1994 gün ve 119–145 ile 02.03.2004 gün ve 29–63 sayılı kararlarında da bu husus açıkça vurgulanmıştır. Bu konu öğretide de değerlendirilmiş, “hüküm fıkrasının tutanağa geçirilip okunmasından sonra gerekçenin hazırlandığı hallerde, hükmün duruşma tutanağından bağımsız biçimde tekrar yazılması, başlık kısmının yasaya uygun olarak düzenlenmesi ve duruşmada hazır bulunanların (hâkim, savcı, kâtip) adlarına yer verilmesi gerektiği” belirtilmiştir…Bu durum karşısında hükmün esasını oluşturan kararın, duruşmada tefhim edilerek hukuken geçerlilik kazanan kısa karar olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Duruşmada tefhim olunan kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki, hükmün infazında karışıklığa neden olabilecek bir hukuka aykırılıktır. Gerekçeli kararın, tefhim olunan kısa karar ile çelişki doğuracak şekilde yazılması, tefhimle geçerli hale gelerek hükmün esasını oluşturan kısa kararın sıhhatinin zedelenmesine yol açabilecek ise de, çelişkili durumlarda itibar edilmesi ve infaza esas alınması gereken, tefhimle geçerli hale geldiğinde hiçbir kuşku bulunmayan kısa karar olduğundan, hükmün tabi olduğu yasa yolunun da kısa karara göre belirlenmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; Yerel mahkemece, hükmün esasını oluşturduğunda hiçbir duraksama ve kuşku bulunmayan kısa kararda, sanık hakkında TCY’nın 141, 62 ve 51. maddeleri uyarınca on ay hapis cezasına ve ertelemeye hükmolunmuş, hükmün tabi bulunduğu yasa yolu da temyiz olarak gösterilmiştir. Gerekçeli kararın, tefhim olunan kısa kararla çelişki doğuracak şekilde yazılması ve hükmün tabi olduğu yasa yolunun itiraz olarak gösterilmesi, hükmün temyiz edilebilirlik niteliğini ortadan kaldırmayacağından, Özel Dairece katılan vekilinin dilekçesi temyiz niteliğinde kabul edilip, itiraz merciinin kararı kaldırılarak hükmün esasının incelenmesi gerekmektedir…”

[3] “… Sanık hakkında taksirle öldürme suçundan TCK 85/1, 62. maddeleri gereğince 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin verilen Silifke 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 11.03.2015 tarih 2014/213 esas 2015/179 karar sayılı kararının, “yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile sanık hakkında hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine yer olmadığına karar verilmesi” gerekçe gösterilerek dairemizce bozulduğu, ancak bu defa kısa kararda sanık hakkında TCK 85/1, 62, 49/2, 50/1-a, 52/1-2-4 maddeleri gereğince 18.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği halde, gerekçeli karada “sanık hakkında yasal şartları oluşmadığından TCK 50-51 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilerek, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki yaratılması.. kanuna aykırıdır…” (Yargıtay 12.CD., 8.5.2019, 2018/5623 Esas, 2019/5894 Karar).

[4] “… Kısa kararda TCK’nın 62. maddesinin uygulanması sırasında kanuna aykırı şekilde adli para cezasına çevrilmesine olanak bulunmadığı halde ve infazda tereddüt oluşturacak şekilde 2 yıl 1 ay karşılığı adli para cezası verilmesine karşın, gerekçeli kararda sanık hakkında silahla tehdit suçundan neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezasına hükmedilerek, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişkiye yol açılması, kanuna aykırıdır…” (Yargıtay 4.CD., 2.7.2019, 2015/9777 Esas, 2019/12353 Karar); “… Hükmün esasını oluşturan kısa kararda dava konusu yağların müsaderesi hakkında karar verilmediği halde gerekçeli kararda söz konusu yağların müsaderesine karar verilmesi suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulması… yasaya aykırıdır…” (Yargıtay 7. CD., 27.09.2018, 2016/18219 Esas, 2018/9561 Karar); “… Sanığın fırın sahibi maktulü gürültü yaptığı gerekçesiyle yakın mesafeden karın bölgesine üç el ateş etmek suretiyle vurarak öldürdüğü, bu sırada fırın işçisi olan katılan …’nın müdahale etmek istemeye çalışması üzerine, bu kez katılanı yakın mesafeden hedef gözeterek ona doğru da birkaç el ateş ettiği olayda; sanığın katılan …’ya yönelen eylemi ile ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu gözetilmeden, delillerin değerlendirilmesinde ve suç niteliğinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde kasten yaralamaya teşebbüs suçundan hüküm kurulması, hükme esas teşkil eden kısa kararda katılan …’ya yönelik kasten yaralamaya teşebbüs suçundan hüküm kurulmasına karşın gerekçeli kararda suç tamamlanmış gibi katılan …’nın yaralandığından bahsedilerek kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki yaratılması.. yasaya aykırıdır…” (Yargıtay 1.CD., 27.02.2018, 2016/4533 Esas, 2018/830 Karar).

[5] “…Sanık hakkındaki kısa hükmün 3. fıkrasında TCK’nın 62. maddesi uyarınca indirim yapılmasına karar verilmesine ve gerekçeli kararda da TCK’nın 62. maddesinin uygulandığı belirtilmesine karşın hükmün 5. paragrafında “Sanığın geçmişteki sabıkalı hali, fiilden sonraki davranışları göz önüne alınarak sanık hakkında TCK. 62 maddesinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına” karar verilerek kısa hükümde çelişki oluşturulması isabetsizdir…” (Yargıtay 10. CD., 15.02.2018, 2017/580 Esas, 2018/1631 Karar).

[6] “… Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.11.2006 tarih ve 2006/4-227 Esas, 2006/228 Karar sayılı içtihadında da belirtildiği üzere, esasen olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş ve hesap hatalarının “maddi yanılgı” veya “yazım hatası” olarak değerlendirilebileceği ve bu yanılgıların herhangi bir yöntem ve zaman sınırlamasına bağlı olmadan, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından, kendiliğinden veya bir kanun yolu başvurusu üzerine verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilebileceği, yargılama araçlarının belirli biçimde takdir edilmelerinden kaynaklanan değerlendirme hatalarının ise hukuki yanılgı olup, hukuki yanılgıların ancak başka bir mercii tarafından ve kanun yolu başvurusu ile düzeltilebileceği, somut olayda mahkemece 26.02.2015 tarihli kısa kararda, “Müşteki sanığın yaralandığına dair rapor olmadığından her ne kadar iki kez yaralama suçundan cezalandırılması istenmiş ise de bu suçtan beraatine” şeklinde hüküm kurulmasına rağmen, mahkemece kısa kararda yapılan hatanın farkına varılması üzerine 27/02/2015 tarihli tavzih kararı ile sanık hakkında aynı eylemden dolayı TCK’nın 86/1,86/3-e, 62. maddeleri uyarınca neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkumiyetine karar verilmek suretiyle hükmün düzeltilmeye çalışıldığı anlaşılmış ise de, mahkemece 26.02.2015 tarihli kısa kararda yukarda ayrıntıları belirtilen hatanın yapıldığı, mezkur hatanın “maddi yanılgı” ya da “yazım hatası” olarak değerlendirilip tavzih yoluyla düzeltilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişkiye neden olunması, (…) bozmayı gerektirmiştir..”  (Yargıtay 3. CD., 27.03.2018, 2017/11568 Esas, 2018/5544 Karar).

[7] “.. Yargılama giderleri ile ilgili olarak, 5271 Sayılı CMK.’nun 324. maddesinin 2. fıkrasında “Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir” şeklindeki açık hükmü ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 26/05/1935 gün ve 111/7 Sayılı “yargılama giderleri hükmün tamamlayıcı parçası olduğundan ilamlarda açıklanmalı, kime yükletileceği belirtilmedir” ve yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 02/05/1966 gün ve 4/3 sayılı tefhim edilmekle hükmün esasını oluşturan kısa kararda yargılama giderinin miktarı ve kime ne miktarda yükleteceği belirtilerek, sanığın yükümlülüğü öğrenmesinin sağlanması ve bu sayede sanığın yargılama giderlerine karşı temyiz davası açıp açmama hususunda karar verme olanağı tanınması gerektiğini” belirten kararları karşısında, hükmün esasını oluşturan kısa kararda, sanığın yükümlülüğünü öğrenmesi ve buna göre yargılama giderleri yönünden temyiz yoluna başvurup başvurmayacağı hususunda karar vermesine imkan tanımak için, yargılama giderlerinin kime yükleneceğinin ve bu yükümlülüğün ne miktar olacağının belirtilmesi gerektiği, ancak mahkemece kısa kararda ”gerekçeli kararda ayrıntıları açıklanacağı üzere — TL yargılama giderinin sanıktan tahsili ile hazineye gelir kaydına,” denilerek, yargılama giderleri ile ilgili miktar açıklanmadan, bilahare gerekçeli kararda belirtilmesi suretiyle usul ve yasaya aykırı hüküm kurulması.. yasaya aykırıdır..” (Yargıtay, 7. CD., 24.09.2019, 2015/22271 Esas, 2019/35017).

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment