Genel Makaleler

Kanuni Hakim Güvencesi ve Doğal Hakim İlkesi

1.Kavram

Hâkim, yargı görevini yerine getiren, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre, önüne getirilen bir uyuşmazlık hakkında hüküm veren kamu görevlisidir.

Mecellenin 4’üncü bölümünün hâkimin vasıfları başlıklı 1 inci faslında, 1792’nci maddede “Hâkim, hakîm (bilge, hak ve adalet üzerine hükmedebilen), fehim (akıllı, zeki), müstakîm (doğru, dürüst), emin (güvenilir), mekîn (vakarlı, saygın) ve metin (sağlam, kendine güvenen) olmalıdır” denilmiştir.

Keza, “hâkimin maddi hukuka, usul kurallarına ve uyuşmazlığa ilişkin vakıaya hâkim olması gerekir” (Mecelle m.1793).

Hâkim, duruşma sırasında alışveriş ve şakalaşma gibi duruşmanın saygınlığını etkileyecek fiil ve hareketlerde bulunmamalıdır (Mecelle m.1795).

Hâkim, üzüntü, kaygı, açlık ve uyku basması gibi sağlıklı düşünmeye engel olabilecek bir arıza ile aklı karışık olduğunda yargılama yapmamalıdır (Mecelle m.1812).

Mecelle’den aktardığımız bu hükümler günümüzde de bir hâkimin başucu ilkeleri olarak hâlâ geçerliliğini korumaktadır[1].

Thomas Hobbes, Leviathan isimli eserinde; “İyi bir yargıçta… olması gereken özelliklerden birincisi, adalet denilen o temel doğa yasasının iyi kavranmış olmasıdır… İkincisi, gereksiz servet ve unvanlara değer vermemek… Üçüncüsü; hüküm verirken kendini bütün korku, nefret, aşk ve ihtiras duygularından uzak tutabilmektir…”  demek suretiyle aklın bir mirası olarak bu hususiyetlere vurgu yapmıştır.

Bu yazımızın konusunu oluşturan kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin görev ve yetkisine ilişkin kuralların yasa yoluyla düzenlenmesini ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle, mahkemelerin görev ve yetkisine ilişkin kaidelerin yasamanın tasarrufunda bulunması kanuni hâkim güvencesinin bir tezahürüdür.

Doğal hâkim ilkesi (Gesetzlicher Richter) ise, hangi uyuşmazlıklarda hangi mahkemelerin görev ve yetkili bulunacağının, uyuşmazlık ortaya çıkmadan önce, belirli bir olayla bağlantılı olmaksızın, herkes için genel ve soyut kurallarla kanunda öngörülmüş olmasını ifade etmektedir[2].

Doğal hâkim ilkesi, mahkemelerin görev ve yetkilerinin kanunla belirlenmiş olmasının yanı sıra, bu kuralların önceden belirlenmiş olması kriterini de içermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, doğal hâkim ilkesine ilişkin bu kritere vurgu yapılmıştır: “Bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibariyle hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana iliş­kin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleş­mesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş” olmaya da yer veril­miştir[3]”.

1982 Anayasasında doğal hâkim ilkesi zikredilmemekle birlikte “Kanuni Hâkim Güvencesi” başlıklı 37’nci maddede; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” denilmek suretiyle, esasen hem doğal hâkim ilkesi hem de kanuni hâkim güvencesi düzenlenmiştir.

Anayasanın 37’nci maddesine ilişkin gerekçede kanuni hâkim ve doğal hâkim kavramı arasındaki farka değinilmiştir. Burada;

“Kanunî hâkim, “kanunun gösterdiği hâkim” deyimiyle, mahkemelerin veya hâkimlerin görev ve yetkilerinin kanunla belirleneceği; yani ancak yasama tasarrufları yoluyla görev ve yetkinin saptanacağı belirtilmiştir. “Suç ve cezaların kanuniliği” ilkesinin, şeklî ceza hukuku yani suç yargılaması hukukundaki mukabili olan bu ilke esasen “yargı” bölümünde açıkça ifade edilmiştir. Bu ilke, suç yargılaması hukukunda çok iyi bilinen ve yargılamada keyfiliği önlemek ve güvenilirliği sağlamak amacını güden “yargılamanın kanuniliği” kuralının tabiî ve ilk sonucudur.

“Tabiî hâkim” kavramı ise, yargılanacak nizanın vukuu anında yürürlükte bulunan kanunun öngördüğü yargı mercii demektir. Bunlara “olağan mahkemeler” denir. Diğer bir deyimle, bir ceza ancak vukuu anında yürürlükte bulunan kanunun öngördüğü yargı mercii önüne götürülecek; bu kanuna göre hangi mahkemenin görev ve yetkisine giriyorsa o mahkeme tarafından çözüme bağlanacaktır. Bu suretle davanın “olaydan” sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne götürülmesi yasaklanmakta, yani “kişiye” yahut “olaya” göre “kişiyi” yahut “olayı” göz önünde tutarak mahkeme kurma imkânı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise “tarafsız yargı mercii” güvencesinin ilk gereğidir.

Tabii hâkim güvencesi, bu anlamıyla, ne bütün cezaların adliye mahkemeleri önüne götürülmesini zorunlu kılar, ne de adliye mahkemeleri kümesi içinde veya dışında yer alacak “özel mahkemeler” kurulmasına engeldir. Tek anlamı, yukarıda da açıklandığı gibi, “görev ve yetki” belirlenmesinde expost facto kanunları yasaklamak, “görev ve yetki” belirleyen kanunların geçmişe yürümesini önlemektir; bu da “tarafsız mahkeme”nin ilk gereğidir”

denilmektedir.

Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ceza yargılamasındaki görünümü olan doğal hâkim ilkesi, vatandaşların ülkenin herhangi bir yerinde, herhangi bir mahkeme (hâkim) tarafından yargılanması ihtimalini ve tehdidini bertaraf eden bir güvenceyi ihtiva etmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, Hükûmet Tasarısının 163’üncü maddesinin 2’nci cümlesinde; “Cumhuriyet savcıları, adli görevleri gereğince mensup oldukları mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını isteyebilecekleri gibi o yere giderek de gerekli işlemi yapabilirler. Bu halde, o yer Cumhuriyet savcısı durumdan bilgilendirilir” hükmü yer almaktaydı. Ancak, Adalet Komisyonu görüşmelerinde söz konusu hüküm, doğal hâkim ilkesine aykırı olduğu düşüncesiyle metinden çıkarılmış ve kanunlaşmamıştır.  Diğer taraftan; benzeri bir düzenleme daha önce 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 21’inci maddesinin 4’üncü fıkrasında yer almaktaydı. Burada; “Cumhuriyet savcıları gecikmesinde sakınca bulunan veya olayın özelliğinin gerektirdiği hallerde yer aldıkları veya görevli oldukları Cumhuriyet başsavcılıklarının yetki sınırları ile bağlı olmaksızın keşif ve diğer soruşturma işlemlerini yapmaya yetkilidirler” denilmekteydi. Ancak bu hüküm, 11.05.2005 tarih ve 5348 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesiyle “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 161’inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan hükümle paralellik sağlanmış olmaktadır” gerekçesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Görüldüğü gibi, doğal hâkim ilkesi, bireylere, kanuni hâkim prensibinden daha geniş bir güvence sağlamaktadır. Bizatihi, mahkemelerin görev ve yetkilerine ilişkin kuralların kanunla yapılmasının öngörülmesi gerekli olmakla birlikte, bu güvence tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda bu yargılama makamının, uyuşmazlığın ortaya çıkmasından önce kurulmuş olması ile gerçek manada fonksiyonunu gerçekleştirebilir. Böylece ceza muhakemesi hukukunda doğal hâkim ilkesi, anayasa hukuku ilkeleri yönünden hukuk devleti ve bu bağlamda hukuki güvenlik ilkesinin teminatını sağlamakta, ceza muhakemesi ilkeleri yönünden ise, adil yargılanma hakkının temelini oluşturmaktadır. Bu yönüyle doğal hâkim ilkesinin, ceza muhakemesi hukukunun en temel ilkelerinden biri olduğunda kuşku yoktur. Nitekim aşağıda temas edeceğimiz üzere, bu ilke gerek Anayasa Mahkemesi gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, adil yargılanma hakkı çerçevesinde (Anayasa m.36, AİHM.m.6) ele alınmıştır.

2.Anayasa Mahkemesi Kararlarında Doğal Hâkim İlkesi

Doğal hâkim ilkesi, Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarına konu olmuştur: “Anayasa’nın 37. maddesinde (…) düzenlenmiş olan yasal yargıç güvencesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. ve Anayasa’nın 36. maddelerinde ifade edilen adil yargılanma hakkının en önemli ögesi olan “kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturmaktadır. Hukuk devletinde yasal yargıç, doğal yargıç (tabii hâkim) olarak anlaşılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kararlarında da belirtildiği gibi, doğal yargıç kavramı suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi diye tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla doğal yargıç ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına engel oluşturur; sanığın veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez”[4].

Anayasa Mahkemesi, doğal hâkim ilkesine aykırı uygulamaların yapıldığı yönündeki bireysel başvuruları adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmiştir: “Başvurucu, hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğünden şikâyet etmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğünü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir”[5].

Anayasa Mahkemesi, bazı karalarında da doğal hâkim ilkesini, hukuk devleti ilkesinin bir koşulu olarak değerlendirmiştir: “Anayasa’nın 2. maddesine göre, Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında sayılan hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan Devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır. Doğal hâkim güvencesi, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesini ihlâl eden itiraz konusu kural, hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. İptali gerekir”[6].

Anayasa Mahkemesi’nin doğal hâkim ilkesini mahkemelerin bağımsızlığı, tarafsızlığı, hakimlik teminatı  ile görev ve yetki konularını da içerecek şekilde  incelediği bir kararında ise; “…Anayasa’nın 145’inci maddesinin dördüncü fıkrasında, askeri yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askeri hâkimlerin özlük işleri askeri savcılık görevlerini yapan askeri hâkimlerin mahkemesinde görevli bulundukları komutanlık ile ilişkilerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği kural altına alınmıştır.

Hâkimlerin bağımsızlığı, kararlarını verirken özgür olmaları, her türlü kaygıdan, maddi, manevi baskı ve etkiden uzak bulunmaları ile mümkündür. Mahkemenin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın koşulları arasındadır. Anayasa’da öngörülen yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatının, askeri yargı için de geçerli olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Doğal hâkim güvencesi, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da doğal hâkim kavramı, suçun işlenmesinden veya davanın doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun

belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal hâkim ilkesi, yargılama makamlarının uyuşmazlığın meydana gelmesinden sonra kurulmasını veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasını engeller.

“Yetki” kavramı, genel olarak bir davaya bakmakla görevli mahkemeler arasında yargılama yetkisinin dağılımını ifade eder. Bu yetkinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda suçun işlendiği yere, 353 sayılı Kanun’da ise ana kural olarak failin suçu işlediği anda tabi olduğu kadro ve kuruluş bağlantısına göre belirlendiği görülmektedir. Ceza usul hukukunda “görev” konusu, kamu düzenine ilişkin olduğundan yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebildiği ve mahkemelerce de resen nazara alındığı hâlde, yer yönünden yetki ile ilgili kurallar, davaların makul süre içinde, en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını temin edecek olması nedeniyle kamu düzeniyle ilişkili değildir. Bunun sonucu olarak gerek adli yargıda gerekse askeri yargıda yetki itirazı iddiasının ileri sürülmesi ve mahkemelerce nazara alınması hususu görev konusundan farklı olarak düzenlenmiştir. Yetki kuralları, esası itibariyle, görev gibi yargı erkinin işleyişini, doğrudan doğruya etkileyen ve bu çerçevede belirleyici bir işlev gören kurallar niteliğini haiz olmadığından doğal hâkim ilkesinin, mahkemelerin yetkisi ile ilgili kurallarla, görevdeki kadar sıkı bir bağ ya da bağlantı içerisinde bulunduğu söylenemez.

Askeri mahkemeler, dayanağını Anayasa’dan alan ve kuruluş, görev ve yetkileri ile işleyiş ve yargılama usulleri 353 sayılı Kanun ile düzenlenen mahkemelerdir. 353 sayılı Kanun’un 1’inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları uyarınca Millî Savunma Bakanlığı, askeri mahkeme kurulması ve kaldırılması hususunda yetkili olup itiraz konusu kural uyarınca, kuralda belirtilen suçlara ait davaların önem ve özelliğine istinaden Millî Savunma Bakanlığının yetkili mahkemeyi tespit eden kararı, davaların makul süre içinde, en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını temin edecek iş bölümü ilişkisine ilişkin idari bir işlem niteliğindedir.

Bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibariyle hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş” olmaya da yer verilmiştir. İtiraz konusu kuralda belirtilen suçlara ait davaların önem ve özelliğine istinaden önceden tespit edilmiş askeri mahkemelerde görülmesi öngörülmüş ayrıca bu mahkemelerin Resmî Gazete ile yayınlanması suretiyle doğal hâkim ilkesine uyulmuştur. Buna göre, Millî Savunma Bakanlığının yetkili mahkemeyi tespit eden kararı, bu kararın Resmî Gazete ‘de yayınlanmasından sonra işlenen suçları kapsayacak, bu tarihten önce işlenen suçların görüleceği ya da mevcut yargılamaların yapıldığı yetkili mahkemeyi değiştirmeyecektir. Dolayısıyla, Millî Savunma Bakanlığının yetkili mahkemeyi tespit eden kararı, kişinin yargılanacağı mahkemeyi sonradan değiştirmeyeceğinden kuralın, hukuk devleti, doğal hâkim ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadırdenilmektedir[7].

Özetle ifade etmek gerekirse, Anayasa Mahkemesi, doğal hâkim ilkesini, kanunla ve uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce kurulma şartları ile birlikte ele almakta, bağımsızlık ve tarafsızlığa da vurgu yaparak adil yargılanma hakkının bir parçası olarak kabul etmektedir. Ayrıca bu ilkeyi hukuk devletinin koşullarından biri olarak da değerlendirmektedir. Esasen bireyin temel hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması, hukuk devletinin en önemli gereklerinden biridir. Adil yargılanma hakkı da bu kapsamda bireyin temel haklarından biri olduğundan, doğal hâkim ilkesinin geniş anlamda hukuk devleti ilkesinin tabi bir unsurunu, dar anlamda ise adil yargılanma hakkının bir parçasını oluşturduğunu ifade etmek gerekir.

3.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Doğal Hâkim İlkesi

Bireylerin yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkı, AİHS.’nin adil yargılanma hakkının düzenlendiği 6’ncı maddesinde; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir” denilmek suretiyle güvence altına alınmıştır.

AİHS.’nde, doğal hâkim ilkesi, doğrudan doğruya koruma altına alınan bir ilke olmamakla birlikte, adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı maddede, mahkemelerin yasayla kurulmuş olması, bağımsız ve tarafsız olması gibi kriterler, esas itibariyle doğal hâkim ilkesini de kapsayan bir nitelik arz etmektedir.

AİHM.’nin kararlarına göre, tarafsızlık, bağımsızlık ve yasayla kurulmuş olma kriterleri, yalnızca mahkemeler bakımından geçerli kriterlerdir. Bu sebeple, soruşturma makamları olan savcılık ve polis teşkilatı gibi organların bu kriterleri haiz olması gerekmemektedir. Ancak, bir soruşturma organı olarak soruşturma hakimliğinin öngörüldüğü hallerde, tarafsızlık şartı bu nitelikteki hakimlikler bakımından da geçerlidir (Vera Fernández-Huidobro/İspanya, 06.01.2010)[8].

AİHM.’e göre, Sözleşmenin 6’ncı maddesindeki kriterleri ihtiva etmeyen meslek organları, disiplin kurulları, infaz birimleri, başvurucunun, sonrasında olaylara ve uygulanan hukuka dair yargısal denetime erişim hakkına sahip olması şartıyla, 6’ncı maddeye aykırılık teşkil etmez (A. Menarini Diagnostics S.R.L. / İtalya, 27.09.2011[9] Didier/ Fransa, 27.08.2002[10]).

Yasayla kurulmuş olma prensibi uyarınca yargılama makamı tüm unsurlarıyla suçun işlenmesinden önce yasayla kurulmuş bulunmalıdır (Posokhov/Rusya 04.03.2003)[11]. Yargı makamı idareye tabi olmamalı, yasama organının tasarrufu olan kanunla mahkemenin kuruluşu, görev ve yetkileri düzenlenmiş olmalıdır (Zand/Avusturya, 1978)[12]. Ancak yargı sisteminin tüm ayrıntılarının yasada yer alması şart değildir, kapsamı yasayla belirlenmek ve yargı denetimine açık olmak kaydıyla, ikincil mevzuatlarla, yani yürütme eliyle de bazı konular düzenlenebilir (Crociani/İtalya, 1980)[13].

Yasayla kurulmuş olma prensibi, özel mahkemelerin kurulmasını engellemez (X veY/İrlanda, 1980)[14].

AİHM., mahkemelerin yargı yetkisinin ancak yasama organı tarafından kanunla düzenlenebileceğini belirterek içtihat yoluyla da bu kuralın esnetilemeyeceğinin altını çizmiştir: Coeme ve Diğerleri/Belçika (2000) davasına konu olan olayda, bir kısım bakanlara ve bu sıfata sahip olmayan sivil kişilere yolsuzluk suçlaması yapılmıştır. Belçika Anayasası’na göre, bakanların belirli suçlardan yargılaması Yargıtay tarafından yapılabilmektedir. Yargıtay, uyuşmazlıklar arasında bağlantı olduğu gerekçesiyle bakan olmayan kişilerin de bakanlarla birlikte aynı yargılamada yargılanmasına karar vermiştir. AİHM., bu olayda, Yargıtay’ın bağlantı nedeniyle tüm sanıkların birlikte yargılanması kararının mevzuata dayanmadığını, bunun Yargıtay tarafından ortaya konulan bir kural olduğunu belirterek, Yargıtay’ın bakan olmayan başvurucular yönünden “hukuken kurulmuş bir mahkeme” olmadığına karar vermiştir[15].

Yargı makamının, mutlaka adli yargı mekanizması içinde yer alması da şart değildir. Yargı görevinin yanında başkaca görev ifa eden kurumlar da bu mahiyette bir fonksiyon icra ettiklerinde “yargılama makamı” kapsamında değerlendirilir (H./Belçika, 30.11.1987).

Yargılama makamı üyelerinin mutlaka avukat ya da hâkim olması gerekmemekle birlikte (Ettl/Avusturya, 23.04.1987), bu makamın kararlarının bağlayıcı nitelikte olması aranır (Sramek/Avusturya, 22.10.1984)[16].

Bağımsız yargılama makamı, AİHM.’e göre, yargılama makamının yürütme başta olmak üzere diğer güçlerden ayrık, bağımsız olmasını, hiçbir erke, kurum ve kuruluşa, kişiye tabi olmamasını güvence altına alan bir kriterdir. Bu yönüyle, bağımsızlık, yargılama makamının yasayla kurulmuş olmasının da tabi bir sonucudur (Clarke/Birleşik Krallık, 25.08.2005)[17]. Esasen adil yargılanma hakkının olmazsa olmaz koşullarından biri bağımsızlıktır. Bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda şüphe bulunan bir yargılama makamının yetki alanı içerisinde bulunan kişiler hakkında adil yargılama yapabileceği sözylenemez[18].

Bağımsızlık öncelikle yürütme organına ve taraflara karşı bağımsız olmak demektir. Bu sebeple AİHM., mahkemelerin bağımsız olup olmadığı konusundaki değerlendirmede, üyelerinin atanma biçimi, görev süreleri, dış baskılara karşı güvencelerin varlığı, kurumun bağımsız görünüme sahip olup olmadığı gibi kriterleri göz önünde bulundurmaktadır (Zlotas/Yunanistan, 02.06.2005; Arap Yalgın ve Diğerleri/Türkiye; Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, 28.06.1984)[19].

Mahkeme, yürütmenin, yargılama makamının kararını değiştirebilmesi ya da kararın tatbikini ertelemesine ilişkin bir imkanının ya da ihtimalinin bulunmasını, bağımsızlık kriterine aykırı bulmaktadır (Van de Hurk / Hollanda, 19.04.1994). Ancak yargılama makamı üyelerinin ekonomik ve idari anlamda bir yürütme organına ya da birimine bağlı olmasını AİHM. bağımsızlık kriterine aykırılık için tek başına yeterli kabul etmemektedir (Clarke / Birleşik Krallık)[20]. Bununla birlikte, yargılama sırasında üyelerin, görevden alınamamalarına ilişkin güvenceye sahip olmaları, bağımsızlık kriterinin doğal ve zorunlu bir sonucudur (Campbell ve Fell/Birleşik Krallık)[21].

Tarafsızlık kriteri ise, hâkimin mümkün olduğunca kişiliğinden kişisel görüş ve değer yargılarından sıyrılarak karar verebilmesi olarak tanımlanmakta, özü itibariyle yargılama makamının, davanın taraflarına karşı bağımsızlığını ifade etmektedir (Piersak/Belçika, 01.10.1982). Piersak/Belçika kararında Mahkeme, tarafsızlığı taraflara yönelik yanlı bir tutumun veya önyargının mevcut olmaması olarak yorumlamış ve tarafsızlığın sübjektif ve objektif olmak üzere iki görünümünün bulunduğunu belirtmiştir. Tarafsızlığın sübjektif görünümü, yargıcın, yargılamanın taraflarına karşı içsel olarak bir önyargı barındırmamasını[22], objektif görünümü ise, mahkemenin kurum olarak kişide bıraktığı güven verici izlenimi ifade eder[23]. Mahkeme, tarafsızlığın objektif görünümüne ilişkin Fey/Avusturya (24.02.1993) davasında; yargıcın kişisel tutumundan ayrı olarak, tarafsızlığına ilişkin şüphe doğurabilecek, soruşturulabilir somut gerçekler olup olmadığının tespit edilmesini aramıştır[24].

AİHM., Incal/Türkiye (1998) davasında, üyelerinden biri askeri yargıç olan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, Sözleşme’nin 6’ncı maddesi anlamında bağımsız ve tarafsız mahkeme olmadığını belirterek, bu mahkeme tarafından yargılanıp hakkında mahkumiyet hükmü kurulan başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine[25] karar vermiştir[26].

Bir davada iddia makamını işgal etmemekle birlikte, kovuşturmayı yürüten savcının sonradan duruşma hâkimi olması, istişari görev yapmış kimselerin sonradan yargısal görevler üstlenmeleri, ilk soruşturmada görevli sorgu hakiminin sonradan yargılamayı yapan mahkemede üye olması ve sas hakkındaki karara katılması objektif açıdan tarafsızlığı ihlal eden olgulardır[27]. Bu konularda Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 22 ve 23’üncü maddelerinde de açık düzenlemeler mevcuttur.

4-Mukayeseli Hukukta İlkenin Görünümü

Mukayeseli hukukta Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya gibi ülkelerin anayasalarında doğal hâkim ilkesine yer verilmemekle birlikte, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda, İspanya, İsviçre gibi ülkelerin anayasalarında doğal hâkim ilkesi düzenlenmiştir[28].

Alman Anayasası’nda doğal hâkim ilkesi Anayasanın 101’inci paragrafında bulunmakta olup[29] burada; “1) Olağanüstü mahkemeler yasaktır. Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden yoksun bırakılamaz. 2) Mahkemelerin özel görev alanları yalnızca kanunla belirlenebilir” hükmü yer almaktadır. Böylece §101’in 1 inci fıkrası, bir kimse hakkında olağanüstü mahkemelerin kurulamayacağını ve kişinin kanunun öngördüğü mahkemede yargılanma imkânından yoksun bırakılamayacağını kabul etmekle hem kanuni hâkim ilkesini hem de doğal hâkim ilkesini güvence altına almaktadır.

Doğal hâkim ilkesi, bir suçun işlenmeye başlanmasından sonra, o suça ilişkin yargılamanın, kanunda daha önceden soyut ve genel olarak düzenlenmiş kurallara göre yetkili bulunan mahkeme tarafından yapılmasını gerektirmektedir[30].

Bu ilkenin getiriliş amacı, her suçun hangi yargı merci tarafından yargılanacağının yasadaki yetki kuralları ile önceden oluşturulan düzene bağlı bir şekilde belirlenmesini sağlamak ve böylelikle yargılama makamının (hakimlerin) somut olaylara, kişisel çıkar ve keyfi düşüncelere dayalı bir şekilde belirlenmesini engellemektir[31]. Anayasa’daki bu düzenleme sayesinde, özellikle ceza mahkemeleri yönünden uygunsuz ve doğal olmayan bir şekilde hâkim seçimi/tercihi engellenmiş olmakta ve bu konuda ortaya çıkabilecek manipülasyonların da önüne geçilmektedir[32]. Doğal hâkim ilkesi, mahkemelerin yer, madde ve fonksiyon itibariyle yetkisine ilişkin kuralların belirlenmesinde önemli bir işlev görmenin ötesinde, bu kurallara önayak oluşturan temel bir ilke olma özelliğini taşımaktadır[33].

Alman Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22’nci paragrafında, hâkimin yasaklılık halleri düzenlenmiş olup, Anayasa’nın doğal hâkim ilkesinin öngörüldüğü 101/1 inci paragrafı, esasen bu düzenlemeyle bütünleşerek hayata geçirilmiş olmaktadır[34]. Diğer taraftan, doğal hâkim ilkesi, mahkemelerin görev yönünden yetkisi itibariyle iş bölümü yapılmasına engel teşkil etmemektedir. 101 inci paragrafın 2’nci fıkrasında, mahkemelerin görev yönünden yetkisinin (mahkemeler arasındaki iş bölümünün) yalnızca kanunla belirlenebileceği belirtilerek, doğal hâkim ilkesini tamamlayıcı bir hükme yer verilmiştir. Doğal hâkim ilkesinin bir sonucu olarak, mahkemelerin iş bölümüne ilişkin kuralların kanunla yapılmasının yanı sıra, bu kuralların soyut ve genel olarak düzenlenmiş olması da icap etmektedir[35].

 

[1]Bkz. İlhan, Cengiz, Günümüz Türkçesi’yle Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), 2. Baskı, Ankara 2014.

[2] Doğal hâkim ilkesi için bkz. Beulke, kn.34; Volk, § 5, kn.3; Ostendorf, kn.34; Ünver-Hakeri, s.40, 41; Öztürk-Tezcan-Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan-Erden, s.159; Centel-Zafer, s.592, 593.

[3] AYM. 17.07.2013, 2012/146, 2013/93.

[4] AYM. 05.05.2004, 2002/170, 2004/54. Aynı yönde; AYM. 28.01.2010, 2008/25, 2010/20 ve AYM. 20.11.2008, 2005/88, 2008/166.

[5] AYM. 2013/9895, 02.01.2014.

[6] AYM. 01.07.1998, 1996/74, 1998/45.

[7] AYM. 17.07.2013, 2012/146, 2013/93.

[8] Vitkauskas, Dovydas- Dikovs, Grigoriy, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında Adil Yargılama Hakkının Korunması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları El Kitapları (Çev. Av. Serkan Cengiz), Avrupa Konseyi Strazburg, 2012, s.39.

[9] Vitkauskas-Dikovs, s.39.

[10] Cengiz, Serkan-Demirağ, Fahrettin – Ergül, Teoman – McBride, Jeremy – Tezcan, Durmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Ceza Yargılaması Kurum ve Kavramları (Yayına Hazırlayanlar: Serkan Cengiz-Fahrettin Demirağ-Teoman Ergül-Jeremy McBride-Durmuş Tezcan), Türkiye Barolar Birliği Yayını, Ankara 2008, s.102,103.

[11] Cengiz-Demirağ – Ergül– McBride – Tezcan, s.103.

[12] Harris, D.J.-O’Boyle, M.-Bates, E.P.-Buckley, C.M., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi, (Çevirenler: Mehveş Bingöllü Kılcı, Ulaş Karan) 2013, s.300; Vitkauskas-Dikovs, s.41; Mole, Nuala-Harby, Catharina, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları Kitapçıkları No.3, Avrupa Konseyi, Strasbourg 2001, s.69, 70.

[13] Harris-O’Boyle-Bates-Buckley, s.300.

[14] Harris-O’Boyle-Bates-Buckley, s.300.

[15] Harris-O’Boyle-Bates-Buckley, s.300.

[16] Vitkauskas-Dikovs, s.40.

[17] Vitkauskas-Dikovs, s.42.

[18] Cengiz-Demirağ – Ergül– McBride – Tezcan, s.104.

[19] Mole-Harby, s.57, 58; Cengiz-Demirağ – Ergül– McBride – Tezcan, s.104.

[20] Mole-Harby, s.58.

[21] Vitkauskas-Dikovs, s.42.

[22] Mole-Harby, s.61; Vitkauskas-Dikovs, s.45.

[23] Centel, Nur, Ceza Muhakemesi Hukukunda Hâkimin Tarafsızlığı, İstanbul, 1996, s.30.

[24] Mole-Harby, s.61.

[25] İncal/Türkiye davasında Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapan askeri yargıçların, bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerinden bazılarına sahip olduklarını belirtmiştir. Ancak Mahkemeye göre, askeri yargıçların statülerinin diğer yönleri, bu yargıçların durumunu kuşkulu hale getirmektedir. İlk olarak bunlar, hala yürütme organından emir alan orduya mensup birer askerdirler. İkinci olarak, askeri yargıçlar askeri disipline tabi olmaya devam etmekte olup, bu amaçla ordu tarafından haklarında sicil verilmektedir.  Göreve atanmalarıyla ilgili kararlar, büyük çoğunluğu ordunun idari görevlerinde bulunan yetkililer tarafından alınmaktadır. Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Anayasa gereğince, Türkiye’nin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, demokratik düzenini ve devletin güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmak için kuruldukları, bu mahkemelerin en belirgin özelliğinin, askeri mahkemeler olmamalarına rağmen, yargıçlardan birinin her zaman askeri yargıç olduğu tespitinde bulunmuştur. Hükümet, Mahkeme önündeki duruşmada, askeri yargıçların Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bulunmalarını haklı gösteren tek nedeninin, bu yargıçların yasadışı silahlı gruplarca işlenenler dahil olmak üzere, organize suçlara karşı mücadelede şüphe götürmez yeterlilikleri ve tecrübeleri olduğunu belirtmiştir. Halkın büyük güven duyduğu silahlı kuvvetler ve askeri yargıçlar sosyal, kültürel ve ahlaki sorumluluklar üstlenmenin yanında, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olarak yıllarca sıkıyönetimde görev yapmışlardır. Terör tehlikesi varlığını sürdürdüğü sürece, askeri yargıçlar da görevleri oldukça zor olan bu özel mahkemelere tam desteklerini sürdüreceklerdir. Bu iddialar üzerinde karar vermek, terörün sebep olduğu problemlerin bilincinde olan Mahkeme’nin işi değildir. Mahkeme’nin görevi, Sözleşme’ye taraf bir ülkede bu tür mahkemelerin kurulmasının gerekli olup olmadığına soyut olarak karar vermek veya konuyla ilgili uygulamaları denetlemek değil, fakat bu mahkemelerden birinin işleyiş tarzının, başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini tespit etmektir.  Bu noktadan bakıldığında, mahkemenin görünümü bile büyük önem taşıyabilir. Burada tehlikede olan şey, demokratik toplumlarda mahkemelerin halka, her şeyden önemlisi yargılama süreci bakımından sanığa vermesi gereken güven duygusudur. Mahkemeye göre, belirli bir mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun olmasından endişe duymak için haklı nedenlerin olup olmadığı karara bağlanırken, sanığın görüşleri belirleyici olmamakla birlikte, önem taşır. Belirleyici olan şey, başvurucunun şüphesinin objektif olarak haklı görülüp görülemeyeceğidir. Mahkeme, bir sivilin, kısmen de olsa silahlı kuvvetler üyelerinden oluşan bir mahkemede yargılanmasına çok büyük önem vermektedir. Buradan çıkan sonucu göre başvurucu, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin, üyelerinden birinin askeri yargıç olması nedeniyle, davanın niteliği ile hiçbir ilgisi olmayan düşüncelerin etkisi altında kalabileceğinden haklı olarak kaygı duyabilir. Yargıtay, konuyla ilgili tam bir yetkiye sahip olmadığı için bu kaygıları giderememiştir. Sonuç olarak, başvurucunun İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığından kuşku duymak için haklı nedenleri vardır. Bu gerekçelerle, Mahkeme, Sözleşme’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararın Türkçe çevirisinin tam metni için bkz. ihami.anadolu.edu.tr

[26] AİHM., Özel/Türkiye (2002), Özdemir/Türkiye (2003) ve İbrahim Ülger/Türkiye (2004) davalarında da aynı sonuca ulaşmıştır.

[27] Cengiz-Demirağ – Ergül– McBride – Tezcan, s.107.

[28] Eser, Albin, “Der gesetzliche Richter und seine Bestimmung für den Einzelfall”, Festschrift für Hannskarl Salger (yay.A.Eser/H.J. Kullmann/L. Meyer-GOβner/V. Odersky/R. Voss), Köln 1994 s.262 vd; A. Eser (Çev.: Nur Centel), “Yasal Hakim ve Münferit Olayda Tespiti”, Hukuk Araştırmaları IX, (1-3) 1995, s.60 vd.

[29] BeckOK. StPO/Cirener, StPO § 22 Rn. 1-2; KK-StPO/Barthe, GVG § 16 Rn. 1-14; Pfeiffer, Gerd, Strafprozeßordnung, 5. Auflage 2005, § 338, Rn 2-11.

[30] Roxin-Schünemann, § 6, kn.11; Kindhäuser, Urs, Strafprozessrecht, 2. Auflage, Baden 2010, s.214, kn.17; Volk, § 5, kn.3.

[31]Roxin-Schünemann, § 6, kn.11.

[32] Kindhäuser, s.214, kn.17.

[33] Beulke, § 2, kn.29; Heger, Martin, Strafprozessrecht, Stuttgart 2013, k.103.

[34] BeckOK StPO/Cirener, StPO § 22 Rn. 1-2.

[35] Volk, § 5, kn.3.

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment