Makaleler

Savunma Dokunulmazlığı ve İftira

Tarafların dava ile ilgili olarak birbirlerine söylemiş oldukları hakaretamiz sözlerin soruşturma ve kovuşturmaya konu olamayacağını öngören savunma dokunulmazlığının (765 sayılı TCK. m.486, TCK. m.128) iftira suçunda da uygulama imkânı bulup bulamayacağı tartışmalıdır. Buna göre devam etmekte olan bir yargılama sırasında sanık sıfatı ile açıklamalarda bulunan kimse, kendisine yüklenen suçu asılsız olarak başkalarına isnat ederse yahut savunmasının bir parçası olarak daha az bir cezaya çarptırılmak için başkalarına asılsız suçlamalarda bulunursa durum ne olacaktır? Burada kişi savunma dokunulmazlığından faydalanılabilir mi?

Doktrinde 765 sayılı TCK.’nun 486’ncı maddesi kapsamında konu tartışılmış ve değişik fikirler ileri sürülmüştür:

Bayraktar’a göre, söz konusu hukuka uygunluk sebebinin kabul ediliş nedeni ve iftiranın da kişinin şeref ve haysiyetini sarsıcı ve sonuç olarak hakaretamiz niteliği dikkate alınırsa, savunma dokunulmazlığının bu suç bakımından da geçerli olması gerekmektedir. Kişinin kendi hakkını koruma içgüdüsüne dayanılarak tanınmış olan savunma dokunulmazlığını hakaret için kabul edip, iftira için kabul etmemek çelişki teşkil eder. Ayrıca mahkeme önünde gerçekleşen iftira, aynı zamanda hakareti de içerdiğine göre, aynı fiilin hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı sayılması gibi kabul edilemeyecek bir durum ortaya çıkabileceğinden, 765 sayılı TCK.’nın 486’ncı maddesinde yer alan savunma dokunulmazlığı iftira suçu bakımından da uygulama imkânına sahip bir hukuka uygunluk nedenidir[1].

Erman’a göre, 765 sayılı TCK., 486’ncı maddeyi sadece hakaret ve sövme suçlarına ilişkin olarak kabul ettiğinden (486’ncı maddenin ilk şeklinde “elfazı tahkiriye” ibaresi tecavüzün niteliğini belirtiyordu. Daha sonra değiştirilen metinde de aynı anlama gelen “hakareti mutazammın” ibaresi yer almaktaydı) bunlar dışındaki bir suçun işlenmesi halinde bu hükümden istifade edilemez[2].

Erem’e göre ise, adli bir makam önünde herhangi bir sıfat ile (mesela sanık veya tanık sıfatı ile) sorguya çekilirken, suçsuz olduğunu bildiği kimseye suç isnad etmek de iftira suçunu oluşturur. Hatta isnadın kendini müdafaa saiki ile yapılmış olması da (765 sayılı TCK. m.486), fiili suç olmaktan çıkarmaz. Ancak burada failin “iftira kastı” ile hareket edip etmediğine bakmak gerekir. Kanunda ihbar ve şikâyetten bahsedildiğine göre, failde ihbar ve şikâyet iradesinin mevcudiyeti şarttır. Kendisi üzerindeki isnadı kaldırmak için başkasına suç yükleyen kimsede bu kast var sayılmalıdır[3].

Kanaatimizce savunma dokunulmazlığı, yargılamanın taraflarına (hak arama hürriyeti, adil yargılanma hakkı kapsamında) tanınmış olan bir hukuka uygunluk sebebidir (m. 26/1). Bu itibarla, savunma dokunulmazlığı çeşitli suçlarda ve özellikle hakaret suçunda (m.125,128) tatbik imkânı bulabilir. Ancak her hak kategorisi gibi, savunma dokunulmazlığının da bir sınırı vardır. Masum olduğunu bildiği bir kimseyi ceza takibatına ya da idari yaptırıma maruz bırakmak maksadıyla gerçekleşen iftirada, savunma dokunulmazlığından istifade edilmesi mümkün görülmemelidir. Burada özellikle ceza muhakemesinin soruşturma ve kovuşturma safhasında ifadesi alınan şüpheli ya da sanık statüsündeki kimselerin durumu üzerinde durmak gerekir. Doğal olarak şüpheli ya da sanık, susma hakkına sahiptir (CMK. m.147/1 (e)). Şüpheli veya sanık kimliği dışındaki konularda doğru söylemek zorunda da değildir (CMK. m.147/1 (a)). Ancak tüm bu imkânlardan hareketle, şüpheli ya da sanığın yalan söyleme hakkından ve bu kavram genişletilerek “başkalarına asılsız suç isnat etme hakkından” söz edilemez. Bu itibarla, şüpheli ya da sanık kendisine isnat edilen eylemle ilgili olarak yalan söyleyebilir ve bundan dolayı herhangi bir sorumluluk (örneğin, yalan tanıklıkta olduğu gibi) kendisine yüklenmiş değildir. Ancak şüpheli veya sanık, CMK. 147 ve diğer hükümlerle kendisine verilen tüm savunma imkânlarına rağmen isnattan kurtulmak için masum bir kimseye suçu isnat etme yoluna gitmişse, bu takdirde artık savunma dokunulmazlığının sınırlarını aştığından iftira suçundan sorumlu tutulmalıdır. İftira suçuna ilişkin kovuşturma koşullarının yokluğu sebebiyle takibat yapılamaması halinde, hakaret gibi başka suçların varlığı değerlendirilmelidir. Örneğin, hayatta olmayan bir kimseye iftira edilmesi halinde suç uydurma (m.271) veya kişinin hatırasına hakaret suçu (m.130) meydana gelebilir[4]. Konuyla ilgili Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 6.3.2019 tarih ve 2017/1753 Esas, 2019/4415 K. sayılı kararında;“..iftira suçundan kurulan hükmün temyizinde; .. İftira suçunun oluşabilmesi için; yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği, dosya kapsamına göre, sanığın iddialarının bir kısmının vakalara dayandığı, savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, bu sebeple eyleminin suç işlemediğini bildiği kimselere suç atmak biçiminde olmayıp, Anayasanın 74. maddesiyle garanti altına alınan “anayasal dilekçe ve şikayet hakkını kullanma” niteliğinde olduğu, araç kiralama sözleşmesini imzaladığını belirttiği kişi hakkındaki iddiasının ispat edilememiş olmasının da sanığın iftira suçunu işlediğinin kanıtı sayılamayacağı cihetle unsurları itibariyle oluşmayan iftira suçundan sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi.. kanuna aykırıdır..” denilmektedir.  Bu itibarla herhangi bir gerçeğe, maddi vakıaya, yanlış değerlendirilse bile somut olgulara dayanmayan, tamamen gerçek dışı, hayali isnatlar üzerinden savunmaya gerekçe oluşturmaya çalışmak ve bu sebeple de olsa bir kimseye asılsız isnatlarda bulunmak, iftira kapsamında değerlendirilebilir.

 

 

[1]Bayraktar, İftira, s. 9, 10.

[2]Erman, Sahir, Hakaret ve Sövme Cürümleri, İstanbul 1950, s. 212; aynı doğrultuda bkz. Centel, Nur Başar, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, İstanbul 1984, s. 64, 65. Doktrinde Önder de 486’ncı maddenin yalnız hakaret suçları bakımından uygulanabileceği, ayrıca hakarette dahi sınırın aşılması halinde savunma dokunulmazlığını kabul etmeyen kanunun, iftira suçunun işlenmesinde bunu cezasız bırakabileceğinin düşünülemeyeceği fikrindedir. Bkz. Önder, s. 299.

[3]Erem-Toroslu, s. 202; Erem, II, s. 1522. Buna karşılık Yargıtay’ın bir kararında; “ Müşteki ile sanık arasında bir kavga cereyan ettiği ve her ikisinin de aynı tarihte C.Savcılığına verdikleri dilekçelerle birbirlerinden şikâyet ettikleri anlaşılmasına ve sanığın dilekçesi münderacatına nazaran, kendisini takipten kurtarmak için değil de, iftira kastıyla hareket ettiğini gösteren deliller gösterilmeden… mahkumiyeti cihetine gidilmiş olması sebebleriyle hüküm bozulmuş ve bozmaya uyulmayarak verilen ısrar kararı yolsuz görülmüştür” denilmektedir. (Yarg. CGK., 2.6.1958, 4-80/80, Köseoğlu, 9. Baskı, s. 358).

[4] Önder, s. 283; Hügli, s. 23; Erem-Toroslu, s. 201. Yine Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 10.1.2019 tarih ve 2018/6643 Esas ve 2019/1089 Karar sayılı kararında da; “..TCK’nın 128. maddesinde düzenlenen ve Anayasanın 36. maddesiyle de güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı; şahısların yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde, serbestçe ve hiçbir endişenin etkisi altında kalmaksızın haklarını özgürce iddia edebilmeleri veya kendilerini savunabilmeleri imkanının sağlanmasını ifade eder. Eğer böyle bir hak olmazsa, iddia ve savunma serbestçe yapılamayacak ve söylenmesi gereken, cezai yaptırıma maruz kalma korkusuyla ifade edilemeyeceğinden, yapılan yargılama sonucunda hedeflenen, “gerçeğe ulaşma” ve “adaletin gerçekleşmesi” de söz konusu olamayacaktır. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; iddia ve savunma hakkının kullanılması bağlamında, kişiler açısından somut isnat ifade eder nitelikte maddi vakıaların ortaya konulması ya da kişilerle ilgili olumsuz değerlendirmelerde bulunulması mümkündür. Bu somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler, iddia ve savunma hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilememesi durumunda, hakaret ve hatta iftira suçu oluşturur .İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnatların yapılan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması lazımdır ancak, uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır. Maddi uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut vakıalara dayansa dahi uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz değerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir…” denilmektedir.

 

 

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment