Makaleler

Ceza Muhakemesi Hukukunda Olağan Kanun Yolu Olarak İstinaf

1.Genel Olarak

Ülkemizde adli yargıda davaların uzun sürmesi ve geciken kararların adaleti tesis edemediğine ilişkin eleştirilerin yoğunlaştığı alanlardan biri de kanun yolu muhakemesi ve bu aşamadan kaynaklanan sıkıntılardır[1]. Yargıtay’ın temyiz mercii olarak ilk derece mahkemelerinden sadır hükümlerde hukuka aykırılığın mevcut olup olmadığı noktasında yapmış olduğu inceleme, bir denetim muhakemesi için makul addedilen süreleri aşarak neredeyse ilk derece mahkemelerinin yargılama süresini geçen, hatta kimi zaman onun katlarına ulaşan bir zamanı alır hale gelmiştir.

Yargıtay’da dava dosyalarının zamanında denetim muhakemesine tabi tutulamamış olmasının temelde üç sebebi bulunduğu belirtilebilir. Bunlardan birincisi ülke nüfusunun artışına paralel olarak artan iş yükü, ikincisi artan iş yüküne oranla Yargıtay’daki hâkim sayısı ve daire sayısı gibi fiziksel koşulların yeterince geliştirilememesi, üçüncüsü ise Yargıtay’ın temyiz denetiminin sınırlarını genişleterek sadece kanunen belirli hukuka aykırılıkları tespit etmek yerine, neredeyse dava dosyasını ilk derece mahkemesinin yerine geçerek denetleme yönündeki inisiyatifidir.

Kanun yolu muhakemesinin etkinliği, adil bir yargılama için olmazsa olmaz koşullardan biridir. Bu itibarla, ilk derece mahkemelerinden verilen kararların, tarafları ve kamu vicdanını tatmin edici bir şekilde denetime tabi tutulması ceza muhakemesi hukukunun hedefleri arasındadır. Ancak işi sadece hukuki denetim olan Yargıtay temyiz incelemesinin, yukarıda bahsedilen iyi niyetli çabaya rağmen bu imkânı sağlaması mümkün olmamıştır. Bu ihtiyacın da etkisiyle 2005 yılında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile istinaf kanun yolu benimsenmiş ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’da bu mahkemelerin yapılandırılması düzenlenmiştir. Ne var ki, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra uzun bir süre geçmesine rağmen istinaf mahkemeleri faaliyete geçememiştir. Adalet Bakanlığı, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve Geçici 2’nci maddeleri uyarınca kurulan ve yargı çevreleri belirlenen bölge adliye mahkemelerinin, 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlaması kararı almıştır[2].

2.İstinaf Kanun yolunun Lehinde İleri Sürülen Görüşler

İstinaf olağan kanun yolunun lehinde görüşleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür[3]:

i)Yargıtay, ağır iş yükü yüzünden tıkanma noktasına gelmiştir; bu tıkanıklık ancak istinaf mahkemelerinin kurulması ile aşılabilir. Yargıtay’a yılda yüzbinlerce dosya geldiği göz önünde bulundurulduğunda; gelen dosyaların en az iki hatta üç yılda mahkemesine geri dönebilmesi, adaletin gecikmesi demektir. Adaletin gecikmesi ise, en büyük adaletsizliktir.

Yargıtay’daki dosyaların fazlalığı ve bunların zamanında sonuçlandırılamaması nedeniyle, özellikle tutuklu dosyaların durumları muallâkta kalmakta, tahliye işlemleri yapılamamakta; bu suretle insan hakları ihlallerine yol açılmaktadır[4].

ii)CMK’da istinaf kanun yolu açısından öngörülen sistem son derece hızlı ve teminatlıdır. Sorunlara mahallinde çözüm aranması, istinaf mahkemelerini cazip kılmaktadır. Yargıtay’a gelen hükümlerin yarıdan fazlası bozulmakta ve bu işlem ortalama iki kez gerçekleşmekte ve bu suretle yerel mahkemelerin yükü neredeyse %120 artmaktadır. Oysa istinafa gelen işlerin neredeyse tamamı, CMK.m.289’a dayalı bozma kararları dışında, ilk derece mahkemesine geri dönmeyecektir[5].

iii)İstinaf, vatandaşa ikinci bir şans vermek, adil olunduğu noktasında onu tatmin etmek anlamına da gelmektedir. Çünkü ilk derece mahkemesinde meramını anlatamayan kişi, ikinci bir şans elde etmekte, hatta yeni deliller dahi ortaya koyarak yargılamaya katkı sağlayabilmektedir. İstinaftan geçen kararlar tarafları daha tatmin edici olabilir[6].

Türkiye tarafından da onaylanmış[7]olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7 no.lu Protokol m.2’de;“bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan sorumlu bulunan her şahıs bu sorumluluk kararını yahut mahkûmiyet hükmünü daha üst derecede bir mahkemede inceletmek hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması, kullanabilme şartları da dahil olmak üzere; kanunla düzenlenir” hükmüne yer verilerek, denetim muhakemelerinin etkili olması aranmıştır. İstinaf kanun yolu hakkıyla uygulandığında 6’ncı maddenin öngördüğü adil yargılanma hakkı gerçek manada hayata geçebilir.

iv)Çok sayıda istinaf mahkemesinin varlığı sebebiyle, farklı istinaf mahkemelerinden benzer konularda birbiriyle çelişen kararlar çıkması endişesi vardır, ancak yargılama birliğinin sağlanması adına 5235 sayılı Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkında Kanunun 35’inci maddesinde bir çözüm yolu düzenlenmiştir.

v)İstinaf mahkemeleri tarihsel süreç içerisinde siyasal iktidarın merkezileşme çabaları içinde kurulmuştur ve birçok gelişmiş hukuk sisteminde vardır. Nitekim örneğin, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin hemen tamamında istinaf vardır (örneğin Almanya, Hollanda, Avusturya, Fransa, İtalya)[8].

vi)Yargıtay, genellikle ikinci derece mahkemesi gibi çalışmak durumunda kalması nedeniyle asıl işlevi olan hukuksal incelemeyi gerektiği gibi yapamamaktadır. Bu nedenle istinaf mahkemelerinin kurulması Yargıtay’ın bir içtihat mahkemesi olarak çalışabilmesine de olanak sağlayacaktır.

vii) Uyuşmazlık konusu hadisenin ikinci kez incelemeye konu yapılması, ilk derece mahkemesi hâkimlerini daha titiz ve dikkatli davranmaya yöneltir, verilen kararların isabetli ve doğru olmasını sağlar.  Nitekim yerel mahkeme hâkim ve savcıları için Yargıtay’ca gerçekleştirilen not verme sistemi[9], istinaf mahkemelerine geçmektedir. Bu sistem, yerel mahkemeleri daha da dikkatli olmaya sevk edecektir.

3.İstinaf Kanun yolunun Aleyhinde İleri Sürülen Görüşler

İstinaf kanun yolunun aleyhinde de görüşler ileri sürülmüştür[10]. Buna göre;

i)İstinafa yer veren ülkelerde, kanun yollarına ilişkin reform çalışmaları kapsamında, bu kurumun uygulama alanının sınırlandırılması yönünde bir eğilim ortaya çıkmışken[11], ülkemizde istinafa yenilik olarak yer verilmesi yanlıştır.

ii)İstinaf mahkemelerinin kurulması durumunda Yargıtay ve İstinaf Mahkemeleri ile İstinaf mahkemelerinin kendi arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkabilir ve mevcut kanun bu aykırılıkların giderilmesi açısından yeterli bir mekanizma öngörmüş değildir.

iii)İstinafın varlığı ilk derece mahkemesi hâkimlerini her zaman titiz ve dikkatli olmaya yöneltmez; aksine hatalı karar verilmesi durumunda bunu düzeltecek başka bir makamın olduğunun bilinmesi, görülmekte olan dosyalara daha az dikkat ve özen gösterilmesini sonuçlayabilir.

iv)İstinaf yoluyla davaların yeniden görülmesi, yargılamanın uzamasına sebebiyet verir. Üstelik istinaf mahkemelerinde sözlülük ve yüzyüzelik ilkeleri tam olarak uygulanamayacağından, genellikle ilk derece mahkemesi tarafından toplanan delillerle yetinilir. Bu sebeple lehe fikirlerin aksine, yeterli ve etkin bir yargılama yapılabileceği söylenemez.

v)CMK.’daki istinaf sisteminde, incelemelerin büyük bir kısmı duruşma açmaksızın tamamlanabilir ve bu kararların önemli bir kısmı yönünden de m.286 uyarınca temyiz yolu kapalıdır. Bu açıdan, istinaf uygulamasının ilerleyen dönemlerinde, düşünüldüğünün aksine istinaf yolu, bireylerin adil yargılanma ve etkili denetim muhakemesinden istifade etme haklarının ihlaline vesile olacak bir kanun yolu niteliğine bürünebilir.

vi) Özellikle iştirak halinde işlenen suçlarda, şeriklerden bir kısmının temyiz sınırının altında cezalarla mahkumiyeti halinde, haklarında hüküm kesinleşmiş olmakta, buna mukabil aynı suçu işleyen ve daha fazla cezaya mahkûm edilenlerin temyiz hakkı bulunmaktadır. Bu durum adalet duygusu ile eşitlik prensibini zedeleyen bir nitelik arz etmekle birlikte, aynı zamanda temyiz sonucunda ortaya çıkabilecek lehe sonucun, kesinleşen hükümlerin infazı sebebiyle etkisiz kalması tehlikesini de barındırmaktadır (bkz. CMK.m.306).

4.Hukukumuzda Bir Kanun Yolu Olarak İstinaf

A.Kavram, Genel Bilgiler

Sözlükte istinaf,mahkemenin verdiği kararı kabul etmeyerek bir üst mahkemeye götürme anlamına gelmektedir[12].

İstinaf, ilk derece mahkemelerinin henüz kesinleşmemiş hükümlerinin, maddi ve hukuki yönden denetlenerek hukuka aykırılıklarını gidermek için kabul edilmiş bir hukuksal çaredir[13]. İstinafta ilk derece mahkemesince yapılan tespitler ve uygulanan normun yerindeliğinin denetlenmesiyle yetinilmemekte, maddi ve hukuksal sorunlar yeniden ele alınmaktadır[14].

Ülkemizde ilk defa 19. yüzyılda batılılaşma hareketlerinin sonucu olarak istinaf, “nizamiye mahkemeleri”nin kuruluşu ile hukukumuza girmiştir[15]. Ağır cezalık işlerin tutuklu olarak görülmesi ve adam öldürme davalarına öncelik tanıması dolayısıyla istinaf mahkemelerinin ihmal edilmesi, istinaf mahkemelerinde nitelik ve sayı olarak yeterli hakimin mevcut bulunmaması, bunların ülke genelinde düzgün teşkilatlanamaması, 1900’lerin başlarında temyiz mahkemesinin, mahkeme kararlarını doğru bularak istinaf mahkemeleri kararlarını bozması dolayısıyla iş yükünün yığılması nedenleriyle, 469 sayılı Kanunla istinaf mahkemeleri 1924 yılında kaldırılmıştır[16].

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda iki dereceli bir kanun yolu sistemi öngörülmüştür. Bu yeni sisteme göre, kural olarak ilk derece mahkemelerinin hükümlerine karşı, temyiz kanun yoluna gidilemeyecek (23.04.2016 tarih ve 6706 sayılı Kanun’un 18’inci maddesinin 4’üncü fıkrası-mülga TCK.m.18/4- uyarınca geri verme istisnadır) sadece istinaf kanun yoluna gidilebilecektir. İstinaf mahkemelerince verilen bir kısım kararlara karşı da temyiz kanun yolu açıktır.

İstinafın iki türü vardır. Klasik istinaf olarak bilinen geniş anlamda istinafta, muhakeme baştan sona yeniden yapılmakta, dar anlamda istinafta ise muhakeme tekrarlanmayıp sadece mahkemece gerekli görülen hususlar kontrol edilmekte, ilk derece mahkemesindeki yargılama yönünden öğrenme muhakemesi yapılmaktadır. CMK.’nın istinafa ilişkin hükümleri kapsamında, hukukumuzda dar anlamda istinaf sisteminin benimsendiği ifade edilmelidir[17].

İstinaf incelemesi, Bölge Adliye Mahkemeleri tarafından yapılmaktadır. Bölge Adliye Mahkemeleri, Adalet Bakanlığı’nca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşü alınarak bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluklarına göre İstanbul, Bursa, İzmir, Ankara, Konya, Samsun, Adana, Erzurum ve Diyarbakır’ın yanı sıra, Antalya, Gaziantep, Kayseri, Sakarya, Trabzon ve Van olmak üzere toplam on beş ilde kurulmuş[18], daha sonra bu sayı Adalet Bakanlığı’nın teklifi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 29.02.2016 tarih ve 53 sayılı Genel Kurul kararı ile 7’ye düşürülmüş ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Antalya, Ankara, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Samsun’da faaliyete geçmesi kararlaştırılmıştır. Buna göre, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Afyonkarahisar, Antalya, Burdur, Denizli, Isparta, Mersin; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Ankara, Aksaray, Bartın, Bolu, Çankırı, Düzce, Eskişehir, Kırıkkale, Karaman, Karabük, Kastamonu, Kayseri, Kırşehir, Konya, Nevşehir, Niğde, Sivas, Yozgat, Zonguldak;  Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Ağrı, Ardahan, Artvin, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kars, Muş, Tunceli, Van; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’nin yargı çevresi; Adana, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Mardin, Osmaniye, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Bilecik, Bursa, Edirne, İstanbul, Kırklareli, Kocaeli, Sakarya, Tekirdağ, Yalova; İzmir Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Aydın, Balıkesir, Çanakkale, İzmir, Kütahya, Manisa, Muğla, Uşak; Samsun Bölge Adliye Mahkemesi yargı çevresi; Amasya, Çorum, Giresun, Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Tokat, Trabzon olarak yeniden belirlenmiştir.

Adalet Bakanlığınca, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve Geçici 2’nci maddeleri uyarınca kurulan ve yargı çevreleri belirlenen bölge adliye mahkemelerinin, 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlaması kararı alınmıştır[19].

B. İstinafın Konusu

İstinaf, ilk derecede mahkemelerince verilen son kararların gerek maddi ve gerekse hukuksal açıdan üst bir mahkeme (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından denetimini sağlayan ikinci derece bir denetim mahkemesi yoludur. İstinafta, ilk derece mahkemesince yapılan maddi tespitler ve uygulanan normun yerindeliğinin denetlenmesiyle yetinilmemekte gerek maddi olay ve gerekse uygulanan norma ilişkin sorunlar yeni baştan değerlendirilmektedir[20]. İstinaf yargılamasında aynı ilk derecede olduğu gibi yeni olgu ve deliller de ileri sürülebilir. Bu husus, istinafa yapılan eleştirilerin de odağını oluşturmaktadır. Zira böylece yargılamaların zaten ilk derecede uzun sürdüğü, kanun yolu aşamasında da aynı sonucun doğacağı ifade edilmektedir.

İkinci derece olarak istinafta, ilk derece mahkemesi kararının hukuksal açıdan denetlenmesinin yanı sıra, yeni olgu ve delillere veya delillerin farklı biçimde ele alınmasına ve değerlendirilmesine dayanarak ilk derece mahkemesinin tespitlerinin düzeltilmesi de mümkündür. İstinafta aynı itiraz kanun yolunda olduğu gibi, olaya ilişkin kararı da bizzat istinaf mahkemesi vermekte, ilk derece mahkemesine gönderme, ancak istisnai durumlarda gündeme gelmektedir.

İstinaf, kural olarak istem üzerine işletilen bir kanun yolu iken, kanunumuz bazı durumlarda resen istinaf (otomatik istinaf)öngörmüş bulunmaktadır. Buna göre on beş yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin hükümler Bölge Adliye Mahkemeleri’nce resen incelenir (m.272/1).  Ancak;

i) Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üç bin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine,

ii)Üst sınırı beş yüz günü geçmeyen adlî para cezasını gerektiren suçlardan beraat hükümlerine,

iii)Kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulamaz (m.272/3).

23.04.2016 tarih ve 6706 sayılı Kanun’un 18’inci maddesinin 4’üncü fıkrası (mülga TCK.m.18/4) hariç olmak üzere, diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtay’a başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin ilk derece mahkemelerinin karar ve hükümlerine karşı istinaf yoluna başvurulur (m.285). Böylelikle, özel kanunlarda temyiz kanun yolunun öngörüldüğü hallerde, artık istinaf yolu uygulama alanı bulacaktır. Keza, bir iş ya da davayla ilgili denetim makamı Yargıtay olarak gösterilmişse, bu denetim makamı Bölge Adliye Mahkemesi olarak kabul edilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, o iş ya da davanın istinafa ilişkin hükümler çerçevesinde bölge adliye mahkemesinin görev alanına giriyor olmasıdır. CMK. bu konuda genel bir düzenlemeye yer vermekle, her bir özel kanunda ayrı ayrı değişiklik yapılarak temyiz kanun yolunun istinafa çevrilmesi gerekliliğini de böylece ortadan kaldırmış olmaktadır.

C.İstinaf İstemi ve Süresi

İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır (m.273/1). Yedi günlük süre, hak düşürücü süredir. Hüküm, istinaf yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar (m.273/2).

Ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemelerinin yargı çevresi içerisindeki asliye mahkemelerinin hükümlerine karşı, kararın o yer Cumhuriyet başsavcılığına geliş tarihinden itibaren yedi gün içinde istinaf yoluna başvurabilirler (m.273/3).

Sanık ve katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanların dilekçe veya beyanında, başvuruya ilişkin nedenlerin gösterilmemesi inceleme yapılmasına engel olmaz (m.273/4). Kanımızca, sanık ya da katılanın vekilleri aracılığıyla istinaf yoluna başvurdukları durumlarda da bu hüküm uygulanmalıdır. Çünkü bu düzenlemenin temel amacı, tarafların (sanık ve katılan) denetim muhakemesine gidebilmelerini, hak aramalarını kolaylaştırmaktır.  Nitekim Alman CMK. § 317’de istinaf sebeplerinin, kanun yoluna başvurma süresinin sona ermesinden itibaren bir hafta içinde, eğer bu süre içinde mahkemenin hükmü tebliğ edilmemişse, hükmün tebliğinden sonra bir hafta içinde, mahkemeye yazılı olarak ya da tutanağı geçirilmek kaydıyla beyan yoluyla sunulabileceği düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi burada da istinaf nedenlerinin gösterilmesi bakımından kanun yoluna başvuru süresinin dışında bir süre kabul edilerek, denetim muhakemesine başvurma hakkı yönünden bir kolaylık sağlanmıştır.

Cumhuriyet savcısı, istinaf yoluna başvurma nedenlerini gerekçeleriyle birlikte yazılı isteminde açıkça gösterir. Bu sebeple, istinaf nedenlerinin gösterilmemesi bakımından sanık ve katılana sağlanan imkânın, Cumhuriyet savcısına tanınmadığı ifade edilmelidir. Cumhuriyet savcısının istemi ilgililere tebliğ edilir. İlgililer, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde bu husustaki cevaplarını bildirebilirler (m.273/5).

Ceza muhakemesinde bazı hallerde, ilgililerin kanunda öngörülen hak düşürücü süreleri kusursuz bir şekilde kaçırması ve ilgili hakkı kullanamaması söz konusu olabilmektedir. İşte bu hallerde, hak düşürücü sürelere ilişkin kuralların katı bir şekilde uygulanmasında ceza muhakemesinin amaçları yönünden bir fayda bulunmamaktadır. Bu sebeple, hak düşürücü sürelerin kusursuz şekilde kaçırıldığı hallere münhasır olarak kanunda eski hale iade kurumu öngörülmüştür.

Sanık, yokluğunda aleyhine verilen hükümlere karşı eski hâle getirme isteminde bulunabilir (m.274). Eski hâle getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir. Dilekçe sahibi, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklar. Dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemler de yerine getirilir (m.41). Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir. Eski hâle getirme isteminin kabulüne ilişkin karar kesindir; reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna gidilebilir (m.42).

Eski hâle getirme süresi içinde de istinaf süresi işler. Sanığın eski hâle getirme isteminde bulunduğu hâllerde, ayrıca istinaf isteminde bulunması gerekir. Bu hâlde istinaf istemi ile ilişkili işler, eski hâle getirme istemi hakkında karar verilinceye kadar ertelenir (m.274).

Hüküm, istinaf yoluna başvuran Cumhuriyet savcısına veya ilgililere gerekçesiyle birlikte açıklanmamışsa; hükme karşı istinaf yoluna başvurulduğunun mahkemece öğrenilmesinden itibaren gerekçe, yedi gün içinde tebliğ edilir (m.275/2). Ceza muhakemesi sonunda, hükmün mahkeme tarafından mutlaka gerekçeli olarak kurulması gerekir. Gerekçe gösterme zorunluğuna Kanun’un 230 ve 232’nci maddelerinde yer verilmiş olup, 289’uncu maddenin 1/g fıkrasında ise “hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi” hukuka kesin aykırılık halleri arasında sayılmıştır.

D.İstinaf Başvurusunun Etkisi

Süresi içerisinde yapılan istinaf başvurusu hükmün kesinleşmesini engeller (m.275/1, Alman CMK. § 316). Bu yönüyle, kanun yollarına başvurmanın “durdurma etkisi”istinaf kanun yolunda geçerlidir.

İstinafta, “aktarma etkisi”de söz konusudur. İlk derece mahkemesinin kararı, istinaf yoluna başvurulmasıyla birlikte, bir üst yargı merci olan Bölge Adliye Mahkemesi’ne aktarılır ve istinaf incelemesi üst dereceli bu mahkemede yapılır[21].

Yasanın ilk halinde, denetim muhakemesine başvurmanın “yayılma etkisi”, istinafta öngörülmemişti. İstinaf, sadece bu yola başvuran kişiler bakımından sonuç doğurabilen bir kanun yoluydu ve sanık tarafından başvurulan istinafın sonucunda verilen karar, başvurmayan diğer sanıklar yönünden etki doğurmamaktaydı[22]. 20.07.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanun’un 77’nci maddesiyle 280’inci maddeye eklenen 3’üncü fıkra uyarınca; istinaf mahkemesince verilen kararların sanık lehine olması halinde, bu hususların istinaf isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanma olanağı varsa, bu sanıklar da istinaf isteminde bulunmuşçasına verilen kararlardan yararlanır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, hüküm, istinaf yoluna başvuran Cumhuriyet savcısına veya ilgililere gerekçesiyle birlikte açıklanmamışsa; hükme karşı istinaf yoluna başvurulduğunun mahkemece öğrenilmesinden itibaren gerekçe, yedi gün içinde tebliğ edilir (m.275/2).

E.İstinaf Dilekçesinin Reddi, İstinaf İsteminin Tebliği ve Cevabı

İstinaf istemi, kanunî sürenin geçmesinden sonra veya aleyhine istinaf yoluna başvurulamayacak bir hükme karşı yapılmışsa ya da istinaf yoluna başvuranın buna hakkı yoksa, hükmü veren mahkeme bir kararla dilekçeyi reddeder (m.276/1).

İstinaf başvurusunda bulunan Cumhuriyet savcısı veya ilgililer, ret kararının kendilerine tebliğinden itibaren yedi gün içinde bölge adliye mahkemesinden bu hususta bir karar vermesini isteyebilirler. Bu takdirde dosya bölge adliye mahkemesine gönderilir. Ancak, bu nedenle hükmün infazı ertelenemez (m.276/2).

276’ncı maddeye göre, hükmü veren mahkemece reddedilmeyen istinaf dilekçesi veya beyana ilişkin tutanağın bir örneği karşı tarafa tebliğ olunur. Karşı taraf, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevabını verebilir (m.277/1).

Karşı taraf sanık ise, bir tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla da cevabını verebilir. Cevap verildikten veya bunun için belirli süre bittikten sonra dava dosyası, bölge adliye mahkemesine gönderilir (m.277/2). 277’nci madde, 15.08.2016 tarih ve 674/14 sayılı KHK ile değişikliğe uğramadan önce[23], dava dosyasının bölge adliye mahkemesine sunulmak üzere, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi öngörülmüştü.

F.Dosyanın Bölge Adliye Mahkemesinde Tevzii

CMK.’nun 278 inci maddesinin ilk şeklinde, istinaf kanun yolunda Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısının bazı işlemler yapması öngörülmüştü. Buna göre, dava dosyası, bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına geldiğinde incelenerek, varsa tebligat eksikliklerinin giderilmesi sağlandıktan ve sunulması gereken belge ve deliller de eklendikten sonra, yazılı düşünceyi içeren bir tebliğname ile birlikte bölge adliye mahkemesi ceza dairesine verilmesi, bu tebliğnamenin de ilgililere tebliğ edilmesi kabul edilmişti. Yani, 278 inci madde değişikliğe uğramadan önce, Bölge Adliye Cumhuriyet Savcısına “tebligat eksikliklerini gidermek”, “sunulması gereken belge ve delilleri eklemek” ve “tebliğname düzenlemek” gibi görevler verilmişti. Fakat 15.08.2016 tarih ve 674/14 sayılı KHK ile[24]Bölge Adliye Cumhuriyet Savcısının bu yetkileri kaldırılmıştır. Yeni düzenleme uyarınca, dava dosyası, bölge adliye mahkemesine geldiğinde iş bölümüne göre görevli ceza dairesine verilecek ve daire, varsa tebligat eksikliklerinin giderilmesini sağlayacaktır.

G.İstinaf İncelemesinin Bölge Adliye Mahkemesi’ndeki Aşamaları

Dosyanın, iş bölümüne göre görevli ceza dairesine gönderilmesi üzerine, Dairece yapılacak istinaf incelemesi “öninceleme”, “inceleme”, “duruşma” ve“karar” olmak üzere dört aşamada gerçekleşir.

a.Ön İncelemeAşaması

Dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesiyle birlikte, Bölge Adliye Mahkemesi’nde dosya üzerinde ilk olarak ön inceleme yapılır.

Dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda;

i)Bölge adliye mahkemesinin yetkili olmadığının anlaşılması hâlinde dosyanın yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, (yetkisizlik kararı)

ii)Bölge adliye mahkemesine başvurunun süresi içinde yapılmadığının, incelenmesi istenen kararın bölge adliye mahkemesinde denetlenebilecek kararlardan olmadığının, başvuranın buna hakkı bulunmadığının anlaşılması hâlinde istinaf başvurusunun reddine (red kararı)karar verilir.

Görüldüğü gibi, dosya üzerinde Bölge Adliye Mahkemesi’nde yapılan öninceleme, başvurunun usuli yönleriyle sınırlı olarak yapılan bir incelemedir. Bu aşamada, dosyanın esasına ilişkin bir inceleme ya da değerlendirme yapılmamaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesi, ilk olarak kendisinin yetkili olup olmadığını inceler ve yetkisiz olduğu sonucuna ulaşırsa “yetkisizlik kararı” vererek dosyayı yetkili Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderecektir. Yetkili olduğu kanısına varırsa, başvurunun koşullarıyla ilgili değerlendirme yaparak sırasıyla “başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığı”, “aleyhine kanun yoluna gidilen kararın istinafa tabi bir karar olup olmadığı” ve “başvuranın istinafa başvurmaya hakkı olup olmadığı” incelenecektir. Mahkemenin, bu hallerden biriyle ilgili olarak olumsuz bir tespit yapması halinde “red kararı” verilecektir.

Bölge Adliye Mahkemesince, öninceleme aşaması sonucunda verilen “yetkisizlik” ve “red” kararlarına karşı itiraz kanun yolu öngörülmüştür (m.279). Bu çerçevede, itiraz prosedürüne ilişkin Kanun’un 267 ve 268 inci madde hükümleri uygulama alanı bulur.

b.İnceleme Aşaması

Bölge Adliye Mahkemesi, dosya üzerinde yaptığı ön inceleme sonucunda; “yetkisizlik” ya da “başvurunun reddi” kararı verilmesini gerektiren bir hal yoksa, dosyayı esastan incelemeye geçer.

Bölge adliye mahkemesi, dosyayı ve dosyayla birlikte sunulmuş olan delilleri inceledikten sonra (m.280/1);

a) İlk derece mahkemesinin kararında usule veya esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığını, delillerde veya işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığını, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğunu saptadığında istinaf başvurusunun esastan reddine”, 303’üncü maddenin birinci fıkrasının (a), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde[25] yer alan ihlallerin varlığı hâlinde hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine” karar verir. Diğer bir anlamda, ilk halde verilen esastan red kararı, yerel (ilk derece) mahkemesinin kararının onanması, düzeltilerek verilen esastan red kararı ise, ilk derece mahkemesinin kararının düzeltilerek onanması anlamına gelir.

b) Cumhuriyet savcısının istinaf yoluna başvurma nedenine uygun olarak mahkûmiyete konu suç için kanunda yazılı cezanın en alt derecesinin uygulanmasını uygun görmesi hâlinde, “hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine”karar verir. Bu ihtimalde, istinaf merciince, sanık hakkındaki mahkûmiyet kararı onanmakla birlikte, ceza miktarı, suç için kanunda yazılı cezanın alt derecesi uygulanarak yeniden belirlenir.

c) Olayın daha fazla araştırılmasına ihtiyaç duyulmadan davanın reddine karar verilmesi veya güvenlik tedbirlerine ilişkin hatalı kararın düzeltilmesi gereken hâllerde hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine”karar verir. Dosya üzerinde yapılan incelemede, olayın daha fazla araştırılmasına ihtiyaç duyulmadan aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir davanın varlığı dolayısıyla, davanın reddine karar verilmesi gerektiren bir halin varlığı tespit edilirse ya da güvenlik tedbirlerine ilişkin verilen karar hatalıysa (örneğin koşulları oluşmadığı halde müsadere kararı verilmişse),hükümdeki hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilir.

d) İlk derece mahkemesinin kararında 289 uncu maddenin[26]birinci fıkrasının (g) ve (h) bentleri hariç diğer bentlerinde belirtilen bir hukuka aykırılık nedeninin bulunması hâlinde “hükmün bozulmasına”ve dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verir[27].

İstinafta, dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi sadece bu ihtimalde söz konusu olur. Kesin hukuka aykırılık halleri varsa, artık yerel mahkeme kararı bozulur ve bu hukuka aykırılıkların giderilerek yeniden ilk derece yargılamasının yapılması beklenir. Bozma kararına karşı ilk derece mahkemesinin direnmesi (m.284), kararı temyiz yoluna taşıması (m.286/1) mümkün değildir. Bu aşamada ilk derece mahkemesi, Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına uymak ve hukuka aykırılığı gidermekle yükümlüdür. Ceza Dairesi, ilk derece mahkemesinin kararının 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi ya da hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması hallerinde, kendisi bu hukuka aykırılıkları gidermek üzere, istinaf talebinin kabulüne karar verir.

e) Bunun dışında kalan diğer hâllerde mahkeme, gerekli tedbirleri aldıktan sonra “davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanmasına”karar verir.

c.Duruşma Aşaması

Bölge Adliye Mahkemesi’ndeki duruşma aşamasını, kendi içerisinde “duruşma hazırlığı aşaması” ve “duruşma aşaması” olarak iki kısımda incelemek mümkündür.

aa.Duruşma Hazırlığı Aşaması

Duruşma hazırlığı aşamasında, duruşmayı hazırlayıcı nitelikteki bir kısım işlemler yapılır. Bu aşamada bölge adliye mahkemesi başkanı veya görevlendireceği üye, 175’inci madde hükümlerine uygun olarak duruşma gününü saptar; çağrıları yapar. Mahkemece, gerekli görülen tanıkların, bilirkişilerin dinlenilmesine ve keşfin yapılmasına karar verilir (m.281/1). Tanıkların dinlenmesi ve keşfin yapılması, duruşma hazırlığı aşamasında söz konusu olmayıp, bu aşamada yalnızca duruşmada bu işlemlerin yapılacağına ilişkin karar alınması söz konusudur (281/2). Delillerin doğrudan doğruyalığı ve yüzyüzelik prensipleri uyarınca da bu işlemlerin duruşmanın başlamasından önce yapılması düşünülemez.

281’inci maddenin 1’inci fıkrasının 2’nci cümlesinde, tutuksuz sanığa yapılacak çağrıda kendi başvurusu üzerine açılacak davanın duruşmasına gelmediğinde davasının reddedileceğinin ayrıca bildirileceği yönündeki düzenleme 20.07.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 16’ncı maddesiyle ilga edilmiştir. Eski düzenleme, bireyin hak arama hürriyeti ile bağdaşmadığından (AY.m.36; AİHS.m.6), bu hususun yasal bir değişiklikle düzeltilmesinin yerinde olacağı düşüncesini paylaşmıştık. Bu sebeple, değişikliği olumlu bulmaktayız.

Alman CMK.’da istinafa ilişkin duruşma hazırlığı evresini düzenleyen § 323’te, duruşmanın hazırlanmasına ilişkin ilk derece mahkemenin duruşma hazırlığına ilişkin § 214 ila 216’ncı maddelerine atıf yapılmış ve sanığa yapılacak davette hazır bulunmamanın sonuçlarının belirtileceği düzenlenmiştir. § 216’ya göre tutuklu olmayan sanık yazılı olarak davet edilir ve mazereti olmadan hazır bulunmadığı takdirde tutuklanacağı ya da zorla getirileceği ihtarı yapılır, sanığın yokluğunda duruşma yapılabilecek haller (§ 232) saklıdır. Her ne kadar Alman CMK.’da istnafta duruşma hazırlığında, ilk derece mahkemesinin duruşma aşamasındaki esasların uygulanması kabul edilmişse de, § 329’da duruşmanın başlangıcında sanığın hazır bulunmamasına ilişkin istinafa özgü bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, duruşmanın başlangıcında sanık veya kabul edildiği hallerde temsilcisi geçerli bir mazeretleri olmaksızın hazır bulunmamışlarsa, mahkeme sanığın açmış olduğu istinaf davasını esas hakkında duruşma yapmaksızın reddeder. Ancak bu hüküm, Yargıtay’dan dosyanın döndükten sonra yeniden istinaf incelemesi yapılan hallerde uygulanmaz.

bb.Duruşma Aşaması

İstinafta duruşma aşamasına geçildiğinde, ilk derece mahkemesi kararı gerek olay gerekse hukuksal yönden değerlendirilip yeniden ele alınır. Bu aşamada, Bölge Adliye Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kararının mevcut olgu ve deliller kapsamında ulaştığı sonucun yerinde olup olmadığı ile sınırlı bir değerlendirme yapmaz, aksine tıpkı ilk derece mahkemesi gibi maddi olaya ilişkin yeniden bir yargılama yapar.  Bu sebeple, ilk derece mahkemesinin duruşma aşaması için öngörülen genel kurallar, istinafın duruşma aşaması yönünden de geçerlidir. Ancak CMK.’da genel hükümlerden ayrık, istinafa özgü bazı istisnai işlemlere de yer verilmiştir. Bu istisnalar şunlardır:

i)Duruşma, bu Kanunun öngördüğü genel hükümlere göre başladıktan sonra görevlendirilen üyenin inceleme raporu anlatılır[28].

ii)İlk derece mahkemesinin gerekçeli hükmü anlatılır[29].

iii)İlk derece mahkemesinde dinlenilen tanıkların ifadelerini içeren tutanaklar ile keşif tutanakları, bilirkişi raporu anlatılır[30].

iv) Bölge adliye mahkemesi duruşma hazırlığı aşamasında toplanan delil ve belgeler, yapılmışsa keşif ve bilirkişi açıklamalarına ilişkin tutanak ve raporlar anlatılır[31].

v)Bölge adliye mahkemesi duruşmasında dinlenilmeleri gerekli görülen tanık ve bilirkişiler çağrılır (m.282).

İstinafta, duruşma evresinde yapılacak işlemler yönünden, CMK.’daki genel hükümlere atıf yapılmış olması, pek çok soruyu beraberinde getirmektedir. Bu sorulara çeşitli başlıklar altında yer vereceğiz.

aaa. Bölge Adliye Mahkemesi Tarafından Delil Toplanabilir Mi?

İstinaf, ilk derece mahkemesince verilen kararın hem maddi hem de hukuki açıdan yeniden ele alınarak incelendiği bir denetim yoludur. Bu sebeple, istinafın konusunu, iddianamenin konusunu oluşturan “maddi olay” oluşturur. CMK.’da yargılamanın bütün işlemlerinin yeniden yapıldığı geniş anlamda istinaf sistemi değil, yalnızca tartışmalı olan hususların yahut delillerin yeniden ele alınması usulü benimsenmiştir[32]. Bu bakımdan, ilk derece mahkemesince toplanmış ve karara konu edilmiş delillerin yeniden toplanıp duruşmada tartışmaya açılması gerekliliği bulunmamaktadır. Bununla birlikte, maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi bakımından zorunlu ve gerekliyse, dosyada mevcut bulunan bir delilin duruşmada yeniden ele alınıp, tartışılması, değerlendirilmesi mümkündür.

İstinafta maddi olayın yeniden ele alınacak olması sebebiyle, yargılama konusu olay hakkında bir hükme varabilmek açısından daha önce toplanmamış bir delilin ikamesi gerekirse, Bölge Adliye Mahkemesi resen delillerin toplanmasını isteyebilir. Zira ceza muhakemesinde delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez (m.207)[33].

bbb. Bölge Adliye Mahkemesi Tarafından Tanık Dinlenmesi Mümkün Müdür?

CMK.’da geniş anlamda istinaf sistemi benimsenmediğinden, ilk derece mahkemesi önünde dinlenen bir tanığın, istinaf aşamasında yeniden dinlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. İstinafın duruşma aşamasında, ilk derece mahkemesinde dinlenilen tanıkların ifadelerine ilişkin tutanakların anlatılması (m.282/1-c) öngörüldüğünden, önceden dinlenen tanıkların rutin olarak yeniden dinlenmesi usulü kabul edilmemiştir. Bu açıdan, delillerin doğrudan doğruyalığı ve yüzyüzelik ilkelerinin istinafta sınırlandırıldığı söylenebilir[34]. Ancak istinaf, maddi olayın yeniden ele alınıp incelendiği ve bunun yanı sıra hukuki denetimin de yapıldığı bir kanun yolu olduğundan, maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi bakımından zorunlu ve gerekli görüyorsa, ilk derece mahkemesinde tanığın dinlenmesi sırasında usule aykırılık söz konusu olmuşsa ilk derece mahkemesinde dinlenen bir tanığın duruşmada yeniden dinlenmesine de karar verilebilir[35].

Bunun yanı sıra, istinaf yolunda, maddi olay yeniden ele alındığından dosyadaki mevcut deliller dışında, toplanmamış delillerin toplanması, ilk derece mahkemesi önünde dinlenmemiş bir tanığın dinlenmesi mümkündür. Nitekim, 281 inci maddenin 2’nci fıkrasında, duruşma hazırlığı evresinde, mahkemece, gerekli görülen tanıkların dinlenmesine karar verilmesi öngörülmüştür. Bu halde, Bölge Adliye Mahkemesi’ne tanığın çağrılması ve dinlenmesi usulü genel hükümlere göre gerçekleştirilir.

ccc. Bölge Adliye Mahkemesi Tarafından Keşif Yapılması Mümkün Müdür?

CMK.’da duruşmaya ilişkin öngörülen genel hükümlerden ayrık olarak, istinafta duruşma aşamasında yapılacak işlemler arasında, keşif tutanaklarının (m.282/1-c) anlatılmasına yer verilmiştir. Dolayısıyla, ilk derece mahkemesi tarafından yapılmış bir keşif işleminin, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yeniden yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Duruşmada yalnızca bu tutanağın anlatılması ile yetinilmesi mümkündür. Bununla birlikte istinafta maddi olay yargılaması yeniden yapıldığından, hükme varılabilmesi bakımından ihtiyaç duyulan tüm işlemler yapılabilir. Bu kapsamda, Bölge Adliye Mahkemesi, daha önce yapılmayan bir keşif işleminin yapılmasını gerekli görüyorsa, bu işlemin yapılmasına da karar verebilir. Bölge Adliye Mahkemesi, heyet halinde ya da naip hâkim görevlendirmek suretiyle keşif işlemini yapabilir. Keşfin yapılma usulüne ilişkin olarak CMK.’da öngörülen genel hükümler geçerlidir (m.83, 84). Ayrıca daha evvelden keşif yapılmış olmakla birlikte, eksik bırakılan hususlar olduğu düşünülüyor ise, yeniden keşif işlemi yapılması da mümkündür.

ddd. Bölge Adliye Mahkemesi, Bilirkişi Raporu Aldırılabilir Mi?

İstinaf denetim muhakemesinde, duruşma aşamasında, ilk derece mahkemesinde alınan bilirkişi raporlarının anlatılması öngörülmüştür (m.282/1-c). Bunun anlamı, ilk derece mahkemesinde alınan bir bilirkişi raporunun, yeniden alınması gerekmediği ancak duruşmada tartışmaya açılabileceğidir. Tanığın ifadesine başvurulmasında olduğu gibi, önceden alınan bilirkişi raporunda usule aykırı bir yön tespit edilmiş, hükme tesir eden bir hukuka aykırılık yahut eksiklik saptanmışsa, aynı veya başka bir heyetten bilirkişi raporu aldırılması söz konusu olabilir. Bu husus tamamen mahkemenin takdirindedir.

Bunun yanı sıra, istinaf yolunda, maddi olay yeniden ele alındığından dosyadaki mevcut deliller dışında, delillerin değerlendirilmesine ihtiyaç duyulduğunda, konuya ilişkin yeni bir bilirkişi raporu aldırılması bakımından da yasal bir engel bulunmamaktadır.

eee. Bölge Adliye Mahkemesi İstinabe Yapabilir mi?

Bilindiği gibi, istinabe delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesinin bir istisnasını oluşturmaktadır. İstinaf incelemesinde duruşma açıldığında, Bölge Adliye Mahkemesi kendi yargı çevresinde dışında bir yerde bir ceza muhakemesi işlemi yapılması gerektiğinde ne şekilde hareket etmelidir? Bu durumda üç ihtimal ortaya çıkabilir.

i)İlk olarak, işlemin yapılması gereken yer, Bölge Adliye Mahkemesinin bulunduğu yargı çevresinde ancak bir başka ilde olabilir. Örneğin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde görülen davada, Kocaeli’ndeki bir tanığın dinlenmesi gereği ortaya çıkabilir. Bu ihtimalde, duruşmanın yapıldığı yer ile işlemin yapılması gereken yer aynı yargı çevresinde olduğundan, istinabe yapılması mümkün değildir. Zira istinabe, farklı yerdeki aynı dereceli yargı merci tarafından yapılabilir. Kocaeli’nde Bölge Adliye Mahkemesi bulunmadığından, aynı dereceli bir yargı merci tarafından böyle bir işlemin yapılma imkânı yoktur. Kanımızca, duruşmanın yapıldığı yer Bölge Adliye mahkemesi, naip hâkim atamak suretiyle, aynı yargı çevresinde fakat farklı bir ilde bulunan yerdeki işlemi yaptırabilir.

ii)İkinci olarak, işlemin yapılması gereken yer, başka bir yargı çevresinde ve fakat Bölge Adliye Mahkemesi bulunan bir ilde olabilir. Örneğin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde görülen duruşmada, İzmir’de keşif yapılması gereği ortaya çıkabilir. Bu ihtimalde, işlemin yapılması gereken yer, farklı bir yargı çevresi olduğundan, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesince naip hâkim görevlendirilmesi mümkün değildir. Bu ihtimalde, işlemin yapılması gereken yerde aynı dereceli bir başka mahkeme (Bölge Adliye Mahkemesi) bulunduğundan, bu mahkemeden istinabe yoluyla ilgili ceza muhakemesi işleminin yapılması istenebilir. Bu durumda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nce istinabe yoluyla İzmir’de keşif işlemi yapılıp, yapılan işlemlere ilişkin dosya duruşmanın görüldüğü İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilebilir.

iii)Üçüncü ihtimal, işlemin yapılması gereken yer, başka bir yargı çevresinde ve fakat Bölge Adliye Mahkemesi bulunmayan bir ilde olabilir. Örneğin Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’nde görülen duruşmada, Hakkari’de yapılması gereken bir ceza muhakemesi işlemi ortaya çıkabilir. Kanımızca bu ihtimalde, işlemin yapılması gereken yerin bağlı olduğu Bölge Adliye Mahkemesi’nden işlemin yapılması istinabe yoluyla talep edildiğinde, iş bu Bölge Adliye Mahkemesince naip hâkim atanmak suretiyle bu işlem yaptırılabilir. Yani, Hakkâri ilindeki işlemin yapılması için, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi naip hâkim görevlendirerek bu işlemi yaptırabilir.

Kanımızca, istinaf kanun yolunda istinabenin ne şekilde yapılacağına ilişkin olarak CMK.’da bir düzenlemeye yer verilmemesi eksikliktir. Bu konuya ilişkin, Kanun’da açık bir düzenlemeye yer verilmesi yerinde olacaktır. Zira, yukarıda açıkladığımız olasılıklar dahilinde, özellikle naip hâkimin il dışında görevlendirildiği durumlarda, işlemin yapılması hem daha uzun bir zaman alacak hem de masraflı olacaktır. Dolayısıyla, istinabeye ilişkin genel kurallar dahilinde sözünü ettiğimiz prosedürlerin uygulanması usul ekonomisine hizmet etmekten uzaktır. Bu bakımdan, delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesini tam olarak karşılamasa da, CMK.’daki genel hükümlere kıyasen, SEGBİS yönteminin işletilmesi imkanının bulunduğu yerlerde, görüntülü ve sesli iletişim vasıtalarının kullanılması yoluyla, Bölge Adliye Mahkemesi’nce bu usulle işlemin yapılması (örneğin bir tanığın ya da bilirkişinin dinlenmesi) yolu tercih edilebilir (m.180/5). Yine de konunun yasal düzenlemeyle açıklığa kavuşturulması en doğru çözüm yoludur.

d.Karar Aşaması

Duruşma sonunda Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunu “esastan reddeder” veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak “yeniden hüküm kurar” (m.280/2).

Başvurunun esastan reddinin anlamı, ilk derece mahkemesinin kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunması, uygulamadaki deyimiyle hükmün onanmasıdır.

Hükmün kaldırılıp yeniden hüküm kurulmasının anlamı ise, ilk derece mahkemesinin kararının usul ya da esas yönünden hukuka aykırı bulunması ve bu sebeple hukuka aykırı bu kararın kaldırılarak yerine hukuka aykırılıkların giderildiği yeni bir hükmün kurulmasıdır.

Bununla birlikte, aleyhe değiştirme yasağı uyarınca, istinaf yoluna yalnız sanık lehine başvurulmuşsa, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz (m.283).

H.İstinafın Etkisi

İstinafta da tıpkı temyizde olduğu gibi yalnız sanık lehine kanun yoluna başvurulması halinde hükmün sanık aleyhine ağırlaştırılamayacağını öngören “aleyhe değiştirme yasağı” geçerlidir (m.283).

Denetim muhakemesine başvurmanın aktarma etkisi, istinaf bakımından da geçerli olup, incelemeyi, kararı veren ilk derece mahkemesi dışında bir başka mahkeme (Bölge Adliye Mahkemesi) yapmaktadır.

Kanun yollarının “yayılma etkisi”istinafta da düzenlenmiştir. Gerçekten 20.07.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanun’un 77’nci maddesiyle 280’inci maddeye eklenen 3’üncü fıkra uyarınca; istinaf mahkemesince verilen kararların sanık lehine olması halinde, bu hususların istinaf isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanma olanağı varsa, bu sanıklar da istinaf isteminde bulunmuşçasına verilen kararlardan yararlanır.

Bölge Adliye Mahkemesi kararlarına karşı direnilemez; bunlara karşı temyiz ve itiraza ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla herhangi bir kanun yoluna gidilemez (m.284).

 

 

[1]Anayasa Mahkemesinin uzun süren yargılamalar dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararları vardır:

“… 24. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir.

  1. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir.
  2. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır.
  3. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
  4. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (…)
  5. Başvuru konusu olayda başvurucu, 22/3/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında açılan kamu davası Yargıtay’ın 30/10/2012 tarihli ilâmı ile neticelenmiştir. Bu kapsamda başvurucunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikayetiyle ilgili olarak dikkate alınması gereken süre, 22/3/2005 ilâ 30/10/2012 tarihleri arasında geçen toplam yedi yıl yedi ay sekiz günlük yargılama dilimidir.
  6. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir.
  7. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, hâkim ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedenleriyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir.
  8. Başvurucu, 22/3/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve ifadesine başvurulduktan sonra hakkında 23/3/2005 tarihinde kamu davası açılmıştır. 3005 sayılı mülga Kanun hükümleri uyarınca aynı tarihte 3 No.lu Mahkeme huzuruna çıkarılmış ve sorgusu yapılarak serbest bırakılmıştır. Aynı duruşmada suç delilleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Duruşma arasında Mahkemeye başvurucunun adli sicil kaydı ulaşmış, nüfus kaydı ve kolluk birimine yazılan yazı cevapları ise ulaşmamıştır. 27/12/2005 tarihli duruşmada önceki yazının yinelenmesine ve suç delilleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Bilirkişi raporu 9/10/2007 tarihli duruşmadan önce ibraz edilmiştir. 3/4/2008 tarihli duruşmadan önce bilirkişi raporu başvurucuya tebliğ edilmiştir. Aynı duruşmada başvurucunun ek savunma amacıyla zorla getirilmesine karar verilmiş ve 27/10/2008 tarihli duruşmada başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Başvurucu 19/11/2009 tarihinde Malatya ili Arguvan ilçesinde yakalanmış ve Arguvan Asliye Ceza Mahkemesi huzuruna çıkarılarak savunması alınmış olup, ayrıca ek savunma konusunda herhangi bir soru yönetilmemiştir. 16/2/2010 tarihli duruşmada ise başvurucunun benzer davalara ilişkin dosyalarındaki iddianame ve son duruşma tutanaklarının istenmesine, duruşmanın 25/5/2010 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Mahkemenin 25/5/2010 tarihli kararıyla başvurucunun 5.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş olup, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 30/10/2012 tarihli ilâmıyla ceza davasının “ortadan kaldırılmasına” karar verilmiştir.
  9. Bu şekilde yargılamanın 22/3/2005 ilâ 25/5/2010 tarihleri arasındaki beş yıl iki ay üç günlük bölümünün Cumhuriyet savcılığı ve ilk derece mahkemelerinde; 25/5/2010 ilâ 30/10/2012 tarihleri arasındaki ve iki yıl beş ay beş günlük bölümünün de kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır. Zira devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
  10. İlk derece yargılaması kapsamında, duruşmaya ara verilen dönemlerdeki hâkim değişiklikleri, müzekkere cevaplarındaki gecikmeler, duruşma aralıklarının uzun oluşu, delillerin ve yargılamaya esas teşkil eden belgelerin bir defada hızlı bir şekilde toplanamamış olması, özellikle yargılamanın 16/10/2006 ilâ 16/2/2010 tarihli duruşmalar arasındaki yaklaşık üç yıl dört aylık süresinin, sonuca etkisi olmadığı verilen hükümden anlaşılan, ek savunmanın alınmasına yönelik zorla getirme ve yakalama işlemlerinin sonuçlanmasının beklenmesi ile tüketilmesi, 27/12/2005 tarihli duruşmada görevlendirilmesine karar verilen bilirkişinin, raporunu ancak 9/10/2007 tarihli duruşmadan önce ibraz edebilmiş ve bu süreler zarfında yargılamaya ilişkin esaslı herhangi bir işlem de yapılmamış olması; sonuç olarak ilk derece yargılamasının beş yıl iki ay üç gün sürmüş olması birlikte nazara alındığında, özellikle ilk derece mahkemesi nezdinde geçen yargılaması süreci açısından, yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesini haklı kılamayacağı açıktır.
  11. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
  12. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken, davadaki sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut ceza davasının yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak vermemektedir. Tek bir sanığın yargılandığı ve karmaşık nitelikte olmayan yargılama açısından, söz konusu dokuz yılı aşkın yargılama sürecinde, makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
  13. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”(Mehmet Ali İncesu 2, 15.04.2014, 2013/2253).

[2]7 Kasım 2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete.

[3]Özbek, Veli Özer,“Olağan Kanun Yolu Olarak İstinaf (CMK M.275-285) Yapısı, İşleyişi, Ortaya Çıkması Muhtemel Sorunlar”, CHD., Nisan 2016, S.: 30, s.11; Erdem,Mustafa Ruhan, Ceza Muhakemesinde Yeni Bir Denetim Muhakemesi Yolu Olarak İstinaf, Ankara 2010, s.45, 46; Yenisey, Feridun,Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf ve Tekrar Kabulü Sorunu, İstanbul 1979, s.205 vd.; Öztürk-Tezcan-Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan-Erdem,s.673 vd.;Güngör, Devrim-Albayrak, Adem,İstinaf, Ankara Barosu Yayınları, Ankara 2016, s.40, 41.

[4]Bkz. AYM. Mehmet Ali İncesu (2) kararı, 15.04.2014, 2013/2253.

[5]Bu durum maalesef, istinaf kanun yolunda incelemeler hakkıyla ve titizlikle yapılmadığında adaletsiz sonuçlara yol açabilecek bir denetimsizlik doğurmaktadır.

[6]Teoride mümkün görünen bu fayda da maalesef uygulamada idrak edilememektedir.

[7]Bkz. 25 Mart 2016 tarihli ve 29664 sayılı Resmî Gazete.

[8]Erdem,s.30 vd.

[9]  Bkz. Kanun Yolu Değerlendirme Formlarının Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik (RG.30.09.2016, Sy.: 29843).

[10]Yenisey,İstinaf, s.205 vd.;Erdem,s.47, 48;Öztürk-Tezcan-Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan-Erdem,s.674, 675; Güngör-Albayrak,s.41.

[11]Erdem,s.48.

[12]Türk Dil Kurumu Sözlüğü.

[13]İstinaf kanun yolu için bkz. Özbek,İstinaf, s.8 vd.; Sarıgül, Ali Tanju,Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf, Ankara 2008, s.4 vd.; Çınar,s.56; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,s.813; Yenisey-Nuhoğlu, s.891 vd.; Çınar, Ali Rıza, “İstinaf”, Fasikül Aylık Hukuk Dergisi, Y.:2, S.:8, 2010, s.14 vd.

[14]Erdem,s. 19.

[15]Erdem,s. 26; Çınar,s.59.

[16]Çınar,s.60.

[17]Güngor-Albayrak, s.39, 40.

[18]7 Kasım 2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete.

[19]7 Kasım 2015 tarih ve 29525 sayılı Resmî Gazete.

[20]Yenisey-Nuhoğlu, s.892; Öztürk-Tezcan-Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan-Erdem, s.678, 679; Ünver-Hakeri, s.835; Çınar, s.55 vd.

[21]Erdem,s.115.

[22]Erdem,s.115.

[23]10.11.2016 tarih ve 6758 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesiyle kanunlaşmıştır.

[24]10.11.2016 tarih ve 6758 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesi ile kanunlaşmıştır.

[25]Madde 303/1:“c) Mahkemece sabit görülen suçun unsurları, niteliği ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu hâlde sadece kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise. e) Sanığın açıkça saptanmış olan doğum ve suç tarihlerine göre verilecek cezanın belirlenmesinde gerekli indirim yapılmamış veya yanlış indirim yapılmış ise. f) Artırma veya indirim sonucunda verilecek ceza süresi veya miktarının belirlenmesinde maddî hata yapılmış ise. g) Türk Ceza Kanunu’nun 61 inci maddesindeki sıralamanın gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş ise. h) Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve Avukatlık Kanunu’na göre düzenlenen ücret tarifesine aykırılık mevcutsa”

[26]Madde 289: (1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır: a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması. b) Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması. c) Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması. d) Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi. e) Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması. f) Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlâl edilmesi. g) Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi. h) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması. i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.

[27]20.11.2017 tarihli ve 696 sayılı KHK’nin 98 inci maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan “maddede” ibaresi “maddenin birinci fıkrasının (g) ve (h) bentleri hariç diğer bentlerinde” şeklinde değiştirilmiş, daha sonra bu hüküm 1/2/2018 tarihli ve 7079 sayılı Kanunun 92’nci maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

[28]20.7.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 17’nci maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “okunur” ibaresi “anlatılır” şeklinde değiştirilmiştir.

[29]20.7.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 17’nci maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “de okunur” ibaresi “anlatılır” şeklinde değiştirilmiştir.

[30]20.7.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 17’nci maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “okunur” ibaresi “anlatılır” şeklinde değiştirilmiştir.

[31]20.7.2017 tarih ve 7035 sayılı Kanunun 17’nci maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendinden sonra gelmek üzere (d) bendi eklenmiş ve mevcut (d) bendi (e) bendi olarak teselsül ettirilmiştir.

[32]Erdem,s.138.

[33]Özbek, İstinaf, s.22.

[34]Erdem,s.139.

[35]Erdem,s.139.

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment