Makaleler

Bir Dava Şartı Olarak Şikayet

Ceza muhakemesinde, suç işlendiği şüphesinin ortaya çıkması ve bunun herhangi bir surette öğrenilmesi üzerine, soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi temel kuraldır. Soruşturmaya yetkili makamlar, ceza muhakemesinin kamusallığı ilkesi (Das Offizialprinzip)gereğince, resen harekete geçerek işin gerçeğini araştırmaya başlarlar[1].

Soruşturma makamlarının resen harekete geçme kuralının istisnasını, şikâyet kurumu oluşturur. Bir muhakeme şartı olan şikâyet, suçtan zarar görenin soruşturma ve kovuşturma yapılmasını istemesidir. Şikâyet yazılı olabileceği gibi, tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir (CMK. m.158/1). Bununla birlikte ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek kaydıyla valilik, kaymakamlık veya mahkemeye de yapılabilir (CMK. m.158/2). Yabancı ülkede işlenen ve takibi Türkiye’de yapılan suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da şikâyette bulunulabilir (CMK. m.158/3). Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek kaydıyla ilgili kurum ve kuruluş idaresine de yapılabilir (CMK. m.158/4).

Şikayet şartı gerçekleşmemişse, savcılık suç teşkil eden fiili soruşturamayacaktır. Ancak bir kere şikâyet edilince, savcının soruşturması zorunludur. Ceza soruşturmasının doğrudan doğruya savcılıkça yapılması kural olduğundan, ceza muhakemesinde soruşturması şikâyete tabi suçlar istisna teşkil etmekte ve bu sebeple kanunlarda birer birer gösterilmektedir.

Bazı suçların soruşturmasının şikâyete bağlı tutulmasının nedenleri arasında, bu gibi suçların önemli görülmediği ve toplumdan çok kişisel yararları ilgilendirdiği söylenmiştir[2]. Doğaldır ki, aile masuniyeti, özel hayatın gizliliği gibi nedenler de, suç tipinin şikayete tabi tutulmasında etkili olabilir. Mevzuatımızda bunun örneklerini görmek mümkündür (TCK.m.102/2-c.2, 105, 144/1a, 167/2)[3]. Bununla birlikte, bu hususta bazı dengesizlikler bulunduğunu da ifade etmemiz gerekir, örneğin, nitelikli cinsel saldırının evlilik içinde gerçekleşmesinin şikayete tabi tutulmuş bulunması, kasten yaralama, hürriyeti tahdit gibi suçlara ilişkin hükümlerle karşılaştırıldığında izahı güç bir tasarruftur.

Şikâyet, muhakeme hukuku kurumu olduğundan, şikâyete ilişkin kuralların zaman bakımından uygulanmasında, fiilin işlendiği anda yürürlükte bulunan kanunun değil, “derhal uygulama” prensibi gereğince işlemin yapılacağı zamanın kanununun uygulanması gerekmektedir. Bu bakımdan, soruşturulması şikâyete tabi bir suç, daha sonraki bir kanunla şikâyete tabi olmaktan çıkarılmışsa (henüz şikayet süresi içerisinde), bu suç hakkında, lehe ya da aleyhe olduğuna bakılmaksızın, fiilin işlenmesinden sonra yürürlüğe girmiş de olsa, muhakeme işleminin yapılacağı sırada yürürlükte bulunan kanun uygulanır ve şikâyet şartı aranmaksızın soruşturma yapılabilir.

Soruşturması ve kovuşturulması şikâyete tabi suçların kanun tarafından teker teker gösterildiğini, şikâyetin varlığı halinde savcının bu tür suçları soruşturmak zorunda olduğunu belirtmiştik[4].

Kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda, şikâyet şartı gerçekleşmemişse kamu davası açılamaz. Savcı şikâyeti gerektirmediği kanaatiyle iddianame düzenlemiş, iddianamenin kabulünden sonra mahkeme, şikâyetin gerektiğine karar vermişse, muhakeme faaliyetinin devamı için şikâyet şartının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılır. Şartın gerçekleşmesinin beklenmesi durumu ortaya çıkarsa, durma kararı verilebilir. Şart gerçekleşirse davaya devam olunur, aksi halde dava şartı yokluğundan düşme kararı verilir (m.223/8).

Şikâyette suç failinin gösterilmesine gerek yoktur. Şikâyette suç faili belirtilmemişse, yapılacak resmi soruşturma sonunda meydana çıkan faile karşı yapılmış sayılır. Şikâyet süresi, zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla, “şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden”(TCK.m.73/2) başladığından, failin kim olduğundan haberdar bulunma, şikâyet süresinin başlaması bakımından önemlidir. Suçtan zarar gören, failin kim olduğunu öğreninceye kadar bekleyebilir. Bu takdirde süre işlemeyeceğinden hakkını kaybetmek tehlikesi bulunmamaktadır. Zarar gören failin kim olduğu tespit edilmeden şikâyetini yapmış ise, bu onun fail üzerinde durmak istemediği ve failin resmi soruşturma ile tayin edilmesi hususunda adli makamlara başvurduğu anlamına gelir[5].

Şikâyet hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklardandır. Bu sebeple şikâyet hakkı yalnızca, suçtan zarar gören, diğer bir anlatımla şikâyet hakkı bulunan kimselerce kullanılabilir. TCK.’nun 73 üncü maddesinde de, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan suç hakkında “yetkili kimse”den söz edilmiş ve şikayet hakkı sahibinin altı ay içinde şikayette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağı belirtilmiştir. Bu bakımdan, şikâyet hakkı mağdura veya suçtan zarar görene aittir. Buradaki zarar “doğrudan doğruya olan zarar”dır. Bu bakımdan, suçun neticelerinin etkisiyle zarar gören kişilerin şikâyet hakkı bulunmamaktadır. Dolayısıyla zarar gören bu kişiler arasında yakınlar, alacaklılar, mağdurun nişanlısı vs.[6]sayılabilir[7].

İfade edelim ki, vekil ile vekalet veren arasındaki vekalet ilişkisi kapsamında, cezai bir uyuşmazlıkta şikâyet hakkının, “vekil” aracılığıyla da pek tabi kullanılması mümkündür[8]. Borçlar Kanunu’nda, vekâlet sözleşmesinin, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olduğu belirtilmiş (m.502) ve vekilin vekalet ilişkisi çerçevesinde yapabileceği iş ve işlemlerin kapsamına yer verilmiştir (m.504). Bu hükümler uyarınca, vekalet veren adına dava açmak, cezai uyuşmazlıklarda şikayet hakkını kullanmak, vekilin yetkileri arasındadır.

Bu konuda, Avukatlık Kanunu’nun 35 inci maddesine de temas etmek gerekir. Maddede; “mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemenin, yalnız baroda yazılı avukatlara ait olduğu” belirtilmekle, şikâyet bildiriminin de arasında bulunduğu bu tür işlemlerin vekil tarafından da yapılabileceği konusu, yasal düzenlemeye bağlanmıştır.

Şikâyet hakkının kullanılması kanun tarafından bir süreye bağlanmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 73 üncü maddesine göre, bu süre zamanaşımı süresini geçmemek şartıyla şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği ve öğrendiği günden itibaren 6 aydır[9]. Şikâyet süresini geçiren, artık şikâyet hakkını kullanamaz. Diğer bir deyişle, takibi şikâyete bağlı bir suçtan zarar gören, fiili ve failin kim olduğunu bildiği ve öğrendiği günden itibaren 6 ay içinde şikâyet etmezse o suçtan artık bir daha soruşturma ve kovuşturma yapılamaz. Devletin ceza vermek hakkı düşer.

Kanunda öngörülen 6 aylık süre, hak düşürücü süredir. Hak düşüren süre ile dava zamanaşımını karıştırmamak lazımdır. İkisi arasındaki en önemli fark sürelerin başlangıçlarının başka başka olmasıdır. Nitekim dava zamanaşımının başlangıcı suçun işlendiği gün, buna karşılık hak düşüren sürenin başlangıcı ise, zarar görenin fiili ve failinin kim olduğunu öğrendiği tarihtir (TCK. m. 73). Ayrıca dava zamanaşımının kesilmesi veya durması mümkün olduğu halde, hak düşüren sürede, bunlar söz konusu olamaz. Şikâyet süresini kaçıran kimsenin eski hale iade kurumundan istifade edebileceği kabul edilmelidir.

İnternet üzerinden yayın yoluyla işlenen hakaret, tehdit, suç işlemeye tahrik gibi suçlar, içeriği suç teşkil eden yayının yayımlanmasıyla birlikte tamamlanır. Diğer bir anlatımla, yayımla birlikte suç gerçekleşmiş olur. Ancak belirtelim ki, içeriği suç teşkil eden yayının devamı süresince suç işlenmeye devam ettiğinden, suçun bitme anı, temadinin bittiği andır. Temadinin sona erme anı, zamanaşımının hesaplanması yönünden önem arz eder. Çünkü, dava zamanaşımı kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği günden itibaren işlemeye başlar (TCK.m.66/6). Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla 6 aylık şikayet süresi, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar (TCK.m.73). Bu sebeple, internet yoluyla işlenen suçlarda, zamanaşımının işlemeye başladığı tarih olarak, suç teşkil eden yayının en son yayınlandığı, temadinin sona erdiği tarih esas alınır.

İnternet yoluyla işlenen hakaret, tehdit gibi suçlarda, içeriği suç teşkil eden yayın yayımlanmaya devam ettiği sürece, suç kesintisiz suç özelliği gösterdiğinden, şikâyet süresinin başlangıcı yönünden de esasen fiilin öğrenildiği tarihin bir önemi yoktur. Bu gibi hallerde, kesintisiz olarak işlenen suçtan ilk haberdar olunan tarihin esas alınmaması gerekir. Kişi, internet ortamında yapılan yayından, yayının henüz mevcut olduğu sırada haberdar olmuşsa, kesinti meydana gelmediği için 6 aylık hak düşürücü sürenin başlamadığı kabul edilmelidir. Kişi, ilgili yayından, kesintinin meydana tarihte ya da daha sonraki bir tarihte haberdar olmuş ise, bu gibi hallerde, yayımın öğrenildiği tarihi, 6 aylık hak düşürücü sürenin başlangıcı olarak kabul etmek gerekir.

Yargıtay bir kararında; “K.Cumhuriyet Başsavcılığınca müştekinin isnad olunan suçu öğrendiği 2004 yılından itibaren iki yıllık şikâyet süresinin geçmesinden sonra 23.10.2007 havale tarihli dilekçe ile şikâyetçi olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de; müşteki vekilinin 23.10.2007 havale tarihli dilekçeyle müvekkili adına tescilli bulunan “Başyazıcı” markasının şüpheli tarafından haksız olarak kullanıldığından bahisle vuku bulan şikâyeti üzerine K. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma aşamasında yapılan arama sonucunda şüpheliye ait tesiste 05.11.2007 tarihinde ele geçirilen süt ürünleri üzerinde “Başyazıcı” markasının bulunması, marka hakkı ihlalinin temadi eden suçlardan olması karşısında, şikâyet süresinin geçirilmediği gözetilmeksizin, itirazın kabulü ile soruşturmaya devam edilip elde edilen delillerin değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi yerine hak düşürücü şikayet süresinin geçirildiğinden bahisle yazılı şekilde karar verilmesi”[10]ni bozma sebebi sayarak, temadi eden suçlarda, şikâyet bildiriminin henüz temadi gerçekleşmeden ve fakat suçun öğrenilmesinin üzerinden şikâyet süresi geçirildikten sonra yapılmış olması durumunda, şikâyet süresinin geçirildiğinden söz edilemeyeceğine hükmetmiştir.

Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar iştirak halinde işlenmişlerse, faillerden biri hakkında yapılan şikâyet diğerlerine de etkili olur ve soruşturma tüm failler hakkında yürür[11]. Suç ortaklarından biri hakkında şikâyet edilmiş olmasına rağmen, diğer ortaklar hakkında da sanki şikâyet varmış gibi soruşturma ve kovuşturma yapılmasına doktrinde, “şikâyetin bölünmezliği” adı verilir. Bu bakımdan şikâyet hakkı sahibi, ortaklardan bazıları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmamasını isteyemez. Şikâyetin bölünebileceğinin kabulü ceza adaletinin fert iradesine keyfi surette bağlı tutulması neticesini doğurur[12].

Türk Ceza Kanununda, şikâyetin sirayeti hakkında bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak TCK.’nun 73 üncü maddesinin 5 inci fıkrasına göre, iştirak halinde işlenen suçlarda, sanıklardan biri hakkında şikâyetten vazgeçildiğinde, bu vazgeçme diğer sanıkları da kapsar. Bu düzenlemenin niteliği gereği “vazgeçmenin” sirayetine imkân tanındığına göre, yasanın şikâyetin sirayetini de kabul ettiği sonucu benimsenmelidir. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde, şikayetin bölünmezliği prensibi uyarınca, vazgeçme, tüm sanıkları etkiler. Bu sonuç, esasen ceza adaletinin kişisel mülahazalara bırakılmaması düşüncesinin yanı sıra, şikayetin konusunun fail değil fiil olması gerçeğinin bir sonucudur. Yargıtay’ımız da, bu gibi hallerde TCK. çerçevesinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini kararlarında göstermiştir[13].

Şikâyetin bölünmezliği prensibinden çıkan diğer bir sonuca göre de, suçtan zarar görenler birden fazla ise, bunların birbirlerinden ayrı olarak şikâyet etmeye hakları vardır[14]. Böylece, şikâyet hakkı sahiplerinden birinin bu haktan vazgeçmesi, diğerlerinin hakkına herhangi bir zarar vermez. Bu bakımdan, şikâyet hakkı sahiplerinden herhangi birinin şikâyeti suç faili veya failleri hakkında soruşturma ve kovuşturmaya geçilmesine sebep olur[15]. Böylece mesela, birden fazla kişinin sahibi olduğu konutun dokunulmazlığının ihlali halinde, zarar görenlerden birinin şikâyeti, söz konusu fiilin soruşturulması ve kovuşturulmasına yol açar. Ancak bir fiil birden fazla neticenin meydana gelmesine sebep olmuş, mesela taksirle yaralamadan dolayı birden fazla kişi yaralanmış veya birden fazla kişiye karşı hakaret edilmişse, şikâyet hakkı sahiplerinden sadece birinin şikâyeti, soruşturmanın başlanmasına neden olursa da fiilden dolayı verilecek hüküm şikâyet eden göz önüne alınarak verilmelidir. Diğer bir deyişle, mahkûmiyet kararı zarar gören şikâyet etmeyenlere de genişletilmemelidir.

Suçtan zarar gören kimsenin şikâyete hakkı olduğu gibi, şikâyetten feragate veya yapılan şikâyetin geri alınmasına da hakkı vardır. Belirtelim ki kanun koyucu, şikâyet hakkından faydalanmamayı açıklayan “şikâyetten feragat” terimi ile şikâyet hakkı kullanıldıktan sonra, muhakeme sırasında bu hakkın geri alınmasını ifade eden “şikâyetin geri alınması” terimlerini birbirinden ayırt etmeyerek gerek şikâyet hakkı kullanılmadan önce ve gerek kullanıldıktan sonra, muhakeme sırasında bundan caymayı ifade etmek için “vazgeçme” terimini kullanmıştır.

Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmesi davayı düşürür. Hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme ise cezanın infazına engel olmaz (TCK. m.73/4). Suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmesi üzerine kamu davası düşmüş ve suçtan zarar gören vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz (TCK. m.73/7). Ayrıca belirtelim ki, vazgeçme kanunda aksi yazılı olmadıkça onu kabul etmeyen sanığı etkilemez (m. 73/6). Diğer bir ifadeyle sanık, vazgeçme dolayısıyla hakkındaki davanın düşmesi yerine, beraat etmesinin daha iyi bir netice vereceğini düşünüyorsa vazgeçmeyi kabul etmeyerek davanın devamını sağlayabilir. Ancak burada dikkat edilmelidir ki, birden fazla sanık olan hallerde, vazgeçme sadece onu kabul etmeyen açısından sonuç doğurmaz.

Mağdurun küçük olduğu durumlarda, onun, kanun temsilcisinin değil, zorunlu vekilin beyanına geçerlilik tanınmalıdır. Yargıtay da bir kararında; “Küçük olan mağdurun babasının şikayetten vazgeçtiği, kıyas yoluyla 5271 sayılı CMK’nın 266/3 maddesi uyarınca mağdur ile vekilinin iradesi çeliştiğinde vekilin iradesinin geçerli olacağı, CMK’nın 239/2 maddesi uyarınca görevlendirilen ve küçüğü temsil eden vekilin bu konuda beyanı bulunmadığı halde yazılı şekilde karar verilmesi”[17]ni bozma sebebi saymıştır. Öte yandan, küçüğün temyiz kudretine sahip olması halinde, şikayet ve şikayetten vazgeçme konusundaki iradesine değer atfedilmelidir. Nitekim Yargıtay 5. CD.’nin 19.10.2006 tarih ve 9267/8082 sayılı kararında; mağdurenin suç tarihi itibariyle onsekiz yaşı içerisinde bulunduğu, yargılama sırasında şikayetinden vazgeçtiği, bu sebeple düşme kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Keza, 14. CD.’nin 31.05.2012 tarih ve 14048/6281 sayılı kararında da; “onbeş yaşını doldurmuş mağdureye yönelik rızaen cinsel ilişkinin takibi şikayete bağlı TCK. 104/1 maddesindeki suçu oluşturduğu, TMK.’nun 16. maddesine göre kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olan şikayet hakkını kullanmak için kanuni temsilcilerinin iznine gerek bulunmayan mağdurenin soruşturma aşamasında vekili huzurunda alınan beyanında sanıktan şikayetçi olduğunu beyan etmesi karşısında, mağdure duruşmaya çağrılarak şikayetinin devam edip etmediği, şikayetçi değil ise vazgeçmeyi sanığın kabul edip etmediği sorularak duruma göre yargılama yapılması gerektiği”ifade edilmiştir.

Son olarak, şikayetten vazgeçmeyi kabul etmeyerek davanın devamını sağlayan sanık hakkında mahkumiyet kararı verilip verilemeyeceği üzerinde de durulmalıdır. Kanımızca, şikayetten vazgeçmenin sanığın kabulüne bağlanması, ona beraat yönünden bir imkan sağlanması ile açıklanabilir. Buna göre, yargılama neticesinde sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekiyorsa, düşme kararı verilemez (CMK.m.223/9) Ancak, beraat kararı dışında bir karar vermek gerekirse (özellikle mahkumiyet), bu takdirde kovuşturma şartı gerçekleşmediğinden düşme kararı verilmesi gerekir.

[1]     Ostendorf,kn.32.

[2]     Tosun, Öztekin, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, C.: I, Genel Kısım, 3. Bası, İstanbul 1981, s.181-183; Erem-Danışman-Artuk, s.193 vd.; Hakeri, Hakan,Ceza HukukuGenel Hükümler, 18. Baskı, Ankara 2015, s.119.

[3]     Yıldız, Ali Kemal,“Uzlaşma-Şikayet İlişkisi”, in: “Uzlaşma”, Kazancı Hukuk Dergisi, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Özel Sayı: 1, 2010.

[4]     Türk Ceza Kanunu şu suçların soruşturulmasını şikâyete tabi tutmuştur: Aşağı sınırı bir yıldan az hapis cezasını gerektiren ve yabancı ülkede bir Türk tarafından işlenmiş suç (TCK. m.11/2); aşağı sınırı en az bir yıl hapis cezasını gerektiren ve yabancı ülkede bir Türk vatandaşının veya Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisinin zararına bir yabancı tarafından işlenen suç (TCK.m.12/2); kasten yaralama (TCK.m.86/2), taksirle yaralama (TCK m.89), cinsel saldırı (TCK m.102/1), reşit olmayanla cinsel ilişki (TCK m.104/1), cinsel taciz (TCK m.105), tehdit (TCK m.106/1), konut dokunulmazlığını ihlal (TCK m.116/1), kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi hali dışında hakaret (TCK m.125 vd.), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (TCK m.132-135), daha az cezayı gerektiren hırsızlık (TCK m.144), kullanma hırsızlığı (TCK m.146), mala zarar verme (TCK m.151), güveni kötüye kullanma (TCK m.155/1), bedelsiz senedi kullanma (TCK m.156), kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf (TCK m.160), yağma ve nitelikli yağma hariç malvarlığına karşı suçların belli yakınlıktaki akrabalara karşı işlenmesi (TCK m.167/2), açığa imzanın kötüye kullanılması (TCK m.209), aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali (TCK m.233), ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (TCK m.239), yabancı devlet temsilcilerine karşı suç (TCK. m.342).

[5]     Erem ve diğerleri, s.205.

[6]     Bu kuralın istisnasına hakaret suçunda rastlanır. TCK.’nun 131 inci maddesinin 2 nci fıkrasına göre, hakarete maruz kalan kişi şikâyette bulunmadan önce ölürse mirasçıların şikâyet hakkı bulunmakla birlikte, hakaret suçunun ölmüş olan bir kişinin hatırasına karşı işlenmesi halinde de, ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri şikâyet hakkına sahiptirler. Medeni haklarını kullanmaya ehil olmayan veya vesayet altında bulunan zarar görenin, şikâyet hakkını kanuni temsilcisi veya vasisi kullanır. Bu son halde temsilcisi suçtan zarar gören istemese de şikâyette bulunabilmelidir. Kişi şikayette bulunduktan sonra ölürse, “ölüm” şikayetin varlığını etkilemez.

[7]     Yargıtay’ımızın kararları da bu doğrultudadır. “(…) Şikâyetçi Şemsettin, soruşturma evresinde sanıktan şikâyetçi olduğunu açıklamıştır. Şikâyetçi, kovuşturma aşamasında ifadesi alınmadan ölmüştür. 5237 sayılı TCK.’nun 64. maddesinde, sanığın ölmesi halinde davanın düşürülmesi kurumu düzenlendiği, 5271 sayılı CMK’nın 243. maddesinde öngörülen düzenleme ise; katılanın, katılma kararından sonraki bir süreçte şikâyetinden vazgeçmesi veya ölmesi halinde katılmanın hükümsüz kalacağına ilişkindir. Bu düzenlemede ayrıca mirasçıların da katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilecekleri de öngörülmüştür. Görülüyor ki, getirilen bu düzenlemeyle şikâyetçinin davaya katılmadan önce ölümü halinde davanın düşürülmesinin öngörülmediği, yalnızca ölüm halinin katılma kararını hükümsüz hale getireceğinin ifade edildiği, anılan düzenlemeyle şikâyet hakkının sona ermeyeceği, çünkü şikâyet hakkı şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olup, somut olaya göre, soruşturma evresinde açıkça şikâyetçi olduğunu bildiren Şemsettin’in duruşma sırasında henüz dinlenmeden önce öldüğü ve şikâyetinden vazgeçmediği halde, CMK.’nın 243. maddesi yanlış yorumlanarak yazılı biçimde sanık hakkındaki davanın düşürülmesine karar verilmesi, bozmayı gerektirmiştir”Yarg., 1.CD., 23.06.2009, 30475/30297.

[8]     Arslan,Mualla Buket Soygut,Türk Ceza ve Ceza Usul Hukukunda Uzlaşma Kurumu, İstanbul 2008, s.119; Yıldız,Uzlaşma-Şikayet İlişkisi, s.101.

[9]   Şikâyet hakkının bir süre ile sınırlandırılması, ferdin sahip olduğu bu hakkını diğer fertlere karşı daimi tehdit vasıtası olarak kullanmaması için kabul edilmiştir. Sürenin çok kısa olarak tespit edilmemesi ise, şikâyet hakkı olan kişinin, hakkını kullanmak veya kullanmamak hususunda düşünmesine imkân bırakmak amacıyla açıklanmıştır.Bkz. Erem ve diğerleri ,s.205.

[10]   Yarg. 7. CD. 27.10.2011, 2008/17641, 2011/18074.

[11]   Öztürk, Bahri-Erdem, Mustafa Ruhan, UygulamalıCeza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Ankara 2006, s.83.

[12]   Erem ve diğerleri, s.203,204.

[13]   “Mala zarar verme suçuna ilişkin hükme yönelik yapılan incelemede; Katılanın, sanıklar Barışcan Serhat Çalık ile Sercan Çalık hakkındaki şikayetinden 17.10.2003 tarihli duruşmada vazgeçmesi karşısında 5237 sayılı TCK.’nun 73/5. maddesi gereğince vazgeçmenin atılı suça iştirak halinde işlediği iddia edilen sanık Nazif Çalık’a da sirayet edeceği nazara alınarak usule aykırı olarak verilen katılma kararının katılana hükmü temyiz etme yetkisi de vermeyeceğinden, katılanın bu sanıklara yönelik temyiz isteğinin CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine..” Yarg. 9. CD., 25.03.2009, 9506/3479; “Suça konu çekin, hesap sahibi Ulus ve Reen Grup Yapım Adi Ortaklığı tarafından verilen yetki ile müşterek olarak keşide edilmiş olması karşısında; 765 sayılı TCK.’nun 99/2. ve 5237 sayılı TCK.’nun 73/5. maddesi gereğince, şikayetçi vekilinin sanık Recep Sami Yeşilbaş hakkındaki şikayetten vazgeçme beyanının, sanık Yusuf Ziya Şimşek’i de kapsadığı kabul edilerek yapılan incelemede; Hakim tarafından görülerek havale edilen 29.03.2009 tarihli dilekçesiyle şikayetçi vekili şikâyetten vazgeçmiş olduğundan hükmün bozulmasına, nedenine göre bozmanın, hakkındaki mahkumiyet hükmünü temyiz etmeyen sanık Recep Sami Yeşilbaş’a sirayetine; 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanıklar Yusuf Ziya Şimşek ve Recep Sami Yeşilbaş hakkındaki kamu davasının, 3167 sayılı Kanun’un 16/b, TCK.’nun 73/4 ve CMK’nın 223/8. maddeleri gereğince düşmesine karar verilmiştir” Yarg. 10. CD., 09.07.2009, 8966/13641.

[14]   Bazı kanunlarda, suçtan zarar görenlerin birden fazla olması halinde, bu şahısların birbirlerinden ayrı olarak şikâyet etmeye hakları olduğu hükmü, açıkça yer almıştır. Nitekim örneğin Alman Ceza Kanunu’nun 77 nci maddesinin 4 üncü fıkrası “şikâyet hakkı sahibi birden fazla kişiyse, her biri birbirinden ayrı olarak şikâyet edebilir”hükmünü koyduğu gibi aynı şekilde 1930 tarihli İtalyan Ceza Kanununun 122 nci maddesi de “birden fazla kişinin zararına işlenen cezalandırılabilen bir fiil, sadece zarara uğrayanlardan birinin şikâyeti üzerine de cezayı müstelzimdir”demektedir. Bu konuda Türk Ceza Kanununun 73 üncü maddesinin 3 üncü fıkrası “şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez”hükmünü getirmekle, suçtan zarar görenlerden birinin şikâyet etmemesi veya edip de geri almasının diğerlerinin haklarını düşürmeyeceğini kabul etmektedir.

[15]   Erem ve diğerleri, s.201; Tosun, C:I, s.187.

[16]   Yarg. 3. CD., 12.09.2012, 2010/15688, 2012/29357.

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment