Makaleler

Ceza Hukukunda Belirli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma

                                                                                  

1-Genel Bilgiler

Ceza mahkumiyetinin önemli sonuçlarından biri de kişiyi maruz bıraktığı hak yoksunluklarıdır. TCK.’nun 53’üncü maddesinde belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş, TMK.’nun 407’nci maddesinde bir yıl ve üzeri hapis cezasının infazı sırasında kişinin kısıtlanacağından bahsedilmiş, yine pek çok özel kanunda belirli suçlardan yahut belirli miktarın üzerinde cezaya mahkûm olmanın (örneğin, Anayasa m.76, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu m.48/5, Avukatlık Kanunu m.5/a gibi) bir kısım hak sınırlamaları doğuracağı düzenlenmiştir. Bu itibarla, ceza mahkumiyetinin olası bu sonuçlarının neler olduğu ve sınırları üzerinde durulması gerekmektedir. Aşağıda öncelikle temel düzenleme olan TCK.m.53 hükmünü inceleyecek, ardından diğer hak yoksunluğu, kısıtlılık halleri ve sınırlarını inceleyeceğiz.

TCK.’nun 53’üncü maddesinde işlenen kasti suç dolayısıyla hükmedilen hapis cezasının infazı sırasında hükümlünün yoksun bırakılacağı haklar sınırlı olarak gösterilmiştir. Bunlar dışında herhangi bir hak yoksunluğuna karar verilmesi, kanunilik prensibi uyarınca (Anayasa m. 38[1], TCK.m.2[2]) mümkün değildir.

2- Kullanmaktan Yoksun Bırakılan Haklar, Anayasa Mahkemesi’nin Seçme ve Seçilme Hakkına İlişkin İptal Kararı

Kesinleşmiş ceza mahkumiyeti sonucunda bir güvenlik tedbiri olarak kişinin kullanmaktan yoksun bırakılacağı haklar 53’üncü maddede;

“a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesin­den; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,

b) Seçme ve seçilme ehliyetinden (…),

c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,

d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,

e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten yoksun bırakılmak”şeklinde düzenlenmiştir.

Bu yoksunluklar kural olarak cezanın infazı süresiyle sınırlıdır. Ancak özellikle seçme ve seçilme ehliyetinin koşullarını düzenleyen 1982 Anayasası (m.67, 76), 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu (m.10, 11) ve 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun (m.9, 31) incelendiğinde, kasten işlenen suç nedeniyle hapis cezasına mahkûmiyet seçilme hakkını infazla sınırlı olmaksızın engelleyebilmektedir.

53’üncü maddenin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan seçme ve seçilme hakkına yönelik kısıtlama konusunda Anayasa Mahkemesi’nin 8.10.2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı Kararına burada temas etmek gerekmektedir.

İlk olarak Anayasa Mahkemesi bu kararında 53’üncü maddenin birinci fıkrasında yer alan “Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;”bölümünü, aynı fıkranın (b) bendinde yer alan “…seçilme ehliyetinden…” ibaresi yönünden iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin ilgili bölümün iptaline ilişkin kararının gerekçesinde;

“5. İtiraz konusu kural ile kişilerin kasten işlemiş oldukları suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak seçilme ehliyetinden yoksun bırakılmaları öngörülmüştür.

6.Anayasa’nın, seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma haklarını düzenleyen 67. maddesinin birinci fıkrasında, “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.” milletvekili seçilme yeterliğini düzenleyen 76. maddesinin ikinci fıkrasında da “En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, (Değişik ibare: 27.12.2002 – 4777/1 md.) terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.” hükmü yer almaktadır.

7.Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasından, kişilerin seçilme ehliyetinden yoksun bırakılabilmesi için, mahkûm olunan suçun kasten işlenmiş ve hapis cezasını gerektiren bir suç olmasının yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır. Kanun’un 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, süreli hapis cezasının kanunda aksi belirtilmeyen hâllerde bir aydan az, yirmi yıldan fazla olamayacağı ifade edilmiştir. Bu durumda kasten işlenen suç nedeniyle hükmedilen bir yıldan az hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde de seçilme ehliyetinden yoksunluk söz konusu olabilecektir. Oysa Anayasa’nın 76. maddesinin ikinci fıkrasında, belirli suçlardan hüküm giymiş olanların affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemeyecekleri belirtilmekle birlikte, bu kapsamda yer almayan suçlar yönünden de taksirli suçlar hariç bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanların milletvekili seçilemeyecekleri kabul edilmiştir. Bir başka deyişle, Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan suçlar dışında taksirli suçlar hariç toplam bir yıldan az hapis cezasına mahkûm olma hâli, milletvekili seçilmeye engel bir durum olarak öngörülmemiştir. 

8.Bu nedenle, kişilerin kasten işlemiş oldukları suçtan dolayı bir yıldan az hapis cezasına mahkûm olmaları hâlinde dahi seçilme haklarından yoksun bırakılmalarını öngören itiraz konusu kural, Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “seçilme ehliyeti” yönünden Anayasa’nın 76. maddesine aykırıdır. İptali gerekir”denilmiştir.

Söz konusu ibarenin iptali ile birlikte, Anayasa’nın 76’ncı maddesi kapsamında sayılan suçlar dışında taksirli suçlar hariç olmak üzere toplam bir yıldan az hapis cezasına mahkûm olanlar yönünden milletvekilliğine engel bir durum olmayacaktır. Zira kasten işlenmiş olsa da bir yıldan az hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak uygulanan seçilme yeterliliğinin kaybına ilişkin hak yoksunluğu milletvekilli seçilme yeterliğine ilişkin Anayasa’nın 76’ncı maddesi yönünden iptal edilmiştir. Bir yıldan fazla hapis cezasını gerektiren kasti bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet, Anayasa 76 uyarınca milletvekili seçilme yeterliliğinin kaybını sonuçlar. Söz konusu hak yoksunluğu için, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması yeterlidir, infazın başlamış olması da şart değildir. Anayasa’daki düzenleme çerçevesinde bahse konu suçtan dolayı mahkûm olunan ceza infaz edilmiş olsa bile, bu hak yoksunluğu devam eder. Bununla birlikte, Adli Sicil Kanunu’nun 13A maddesinde belirlenen sürelerin geçmesi ve koşulların oluşması halinde, memnu hakların iadesi, seçilme yeterliliğinin kazanılmasını sağlar.

Gerçekten TCK. ’da ömür boyu devam eden hak yoksunluğu bulunmadığından, memnu hakların iadesi kurumuna da yer verilmemişti[3]. Ancak özel kanunlarda bu hususta yer alan hükümler dolayısıyla, TCK.’nun hak yoksunluğuna ilişkin kaideleri tam anlamıyla hayata geçememiş bu sebeple özel yasalardan kaynaklanan ömür boyu hak yoksunluklarını sınırlandırabilmek düşüncesiyle, memnu hakların iadesi kurumu 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’la 13/A maddesi olarak Adli Sicil Kanuna ilave edilmiştir.

►► AnayasaMahkemesi ayrıca, 53’üncü maddenin 1’inci fıkrasında yer alan “…hapis cezasına…” ibaresini ise (b) bendinde yer alan “Seçme ve…” ibaresi yönünden iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin  bu bölümün iptaline ilişkin kararının gerekçesinde;

Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hapis cezasına.” ibaresinin, “seçme ve seçilme ehliyetinden…” ibaresi yönünden iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. İtiraz konusu ibareyle, kişilerin seçme ve seçilme ehliyetinden yoksun bırakılmalarını gerektirecek cezanın, kasten işlenen bir suç nedeniyle mahkûm olunan hapis cezası olduğu hüküm altına alınmıştır.

Anayasa Mahkemesi seçme ehliyetinden yoksunluk bakımından şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Demokratik toplumlarda temel hak ve özgürlükler yönünden serbestlik asıl, sınırlama ise istisnadır. Anayasalar temel hak ve özgürlüklerin hangi nedenlerle ve ne ölçüde sınırlandırılabileceğini belirlemektedir. Bu anlamda, Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin kurallara yer verilmiştir. 

Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihat hâlini alan kararlarında belirtildiği üzere, her temel hak ve özgürlüğün doğasından kaynaklanan sınırları da bulunmaktadır. Birlikte yaşamanın zorunlu sonucu olarak, hak ve özgürlüklerin başkalarının aynı hak ve özgürlüklerden faydalanmasını engelleyici, başkalarına zarar verici mahiyette kullanılmaması gerekir. Ayrıca, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kuralların da bir diğer temel hak ve hürriyetin sınırını oluşturabilmesi mümkündür.  

Anayasa’nın “Siyasî Haklar ve Ödevler” başlıklı bölümünde yer alan seçme hakkı, yalnızca bir hak olmayıp aynı zamanda bir görev olarak da belirlenmiştir. Bir halk yönetimi olan ve ulusal egemenliği en iyi biçimde yaşama geçiren, çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni demokrasilerde devlet yönetiminin olmazsa olmaz koşullarından olan seçme hakkı milli iradenin belirlenme aracıdır ve demokrasinin en doğal ve en temel göstergesidir. Seçme hakkı, demokrasiye anlam veren ve onu yaşama geçiren bir haktır. Bu bağlamda vatandaşların en temel haklarından biri olan seçme hakkı, bu hakkın en geniş şekilde kullanılması olanağı ile anlam kazanacağından Anayasa’nın ve ona uygun olarak çıkarılacak yasanın belirleyeceği zorunlu durumlar dışında kısıtlanmaması gerekir. 

Demokratik ülkelerde, seçme hakkına sahip olanları ve kimlerin oy kullanabileceğini belirlemeye yönelik tercihlerde bulunma konusunda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmakla birlikte, kanun koyucunun bu yetkisi anayasayla sınırlı olup yapılacak düzenlemelerin, anayasal ilkeler ile temel hak ve hürriyetleri ihlal etmemesi gerekir. Anayasal demokrasinin temelinde, herkesin doğuştan ve insan olması nedeniyle sahip olduğu temel hakların çoğunluğun iradesine rağmen korunması, bu hak ve özgürlüklerin oylama konusu dahi yapılamaması düşüncesi yatmaktadır. Bu anlamda temel hak ve özgürlükler, demokratik siyasi iktidarların anayasal sınırlarını oluşturmaktadır. Kanunla bu sınırlara uyulup uyulmadığını denetleme görev ve yetkisi de hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesine aittir.

Temel hak ve hürriyetler bakımından meşru amaçla getirilen sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen kriterlere aykırı olamaz. Bu anlamda dava konusu kurallar yönünden de kanun koyucunun, Anayasa’nın 67. maddesi uyarınca seçme hakkının kapsamını tespit etme ve düzenleme yetkisi ile ilgili getirdiği düzenlemelerin Anayasa’nın 13. maddesine aykırılık taşımaması gerekir.

Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dokunulamayacak “öz”, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddî surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.  

Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.  

Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü olmasını ifade etmektedir. 

Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.

Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple, kuralın hedeflenen amaca ulaşabilmek için elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir. 

Belirtilen nitelikleri gereği, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün parçaları olup, “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır.

Demokratik toplum, milli iradenin belirlenme aracı olan seçme hakkının en geniş şekilde kullanılabildiği bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen görev, bireyin genel, eşit, bireysel, gizli ve serbest seçme hakkını kullanabilme imkânına sahip olmasını sağlamak, özellikle de bu imkânı ortadan kaldırmaya yönelik tutumlardan kaçınmak ve bu yönde gelebilecek olumsuz müdahaleleri engellemektir. Seçme hakkına demokratik toplum düzeni yönünden zorunlu olmadıkça Devletin müdahale etmemesi gerekir. Bu hak meşru amaçlarla sınırlandırılabilir ise de bu sınırlama kişilerin bu hakkını yok edecek veya kullanılamaz hale getirecek şekilde yapılmamalıdır.

Demokrasilerde halkın yasalara bağlılığı olgusunun herkesi kapsayıcı biçimde algılanması ve tanımlanması gerekir. Bunu gerçekleştiren ilke, “genel oy” ilkesidir. Genel oy, vatandaşların seçmen olabilme hakkını servet, eğitim, cinsiyet ve ırk bakımlarından sınırlamayan bir seçim olgusudur. Genel oy tanımındaki “genel” sözcüğü, seçme yeterliliğine sahip olanların oy kullanmalarını anlatır. Seçmen yeterliliği için Anayasa ve yasalarda yer alan koşulların genel oy ilkesini zedelemediği, seçmen olabilmek için öngörülen koşulların topluma yarar sağlamak için konulduğu varsayılır. 

İtiraz konusu kuralla, madde gerekçesinde belirtildiği üzere işlediği suç nedeniyle toplumda kişiye karşı duyulan güvenin sarsılması nedeniyle suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Kasten işlediği suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olan kişinin seçme hakkını kullanmaktan yoksun bırakılmasının öngörüldüğü kuralın söz konusu amaca ulaşmak için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte ölçülülük ilkesi gereğince, getirilen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunması gerekmektedir.  Orantılılık olarak da ifade edilen ölçülülüğün bu alt ilkesi, amaca ulaşmak için gerekli olan önlemin alınmasına imkân tanımakta, ancak amaca ulaşmak için gerekli olmayan önlemlere başvurulmasına ve ilgili hakkın ölçüsüz bir şekilde sınırlanmasına müsaade etmemektedir. Demokratik bir toplumda, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olmaması gerekir. Orantılılık ilkesi, meşru bir amaca ulaşmak için gerekli olan sınırlayıcı araçlardan daha hafif olanı tercih edilebilecekken daha ağır olanına başvurulmasına izin vermez.

Seçme hakkına sahip olan bir kimse, bu hakkını oy verme yoluyla açığa vurur. Bu bağlamda seçme hakkının, bu hakkın pratiğe yansıtılması şeklinde ifade edilebilecek olan oy kullanma hakkından ayrı düşünülemeyeceği açıktır. Anayasa’nın 67. maddesinde, vatandaşların, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme hakkına sahip olduğu, seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım döküm esaslarına göre yargı yönetim ve denetimi altında yapılacağı, onsekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşının seçme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kullanılmasının kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir. Maddede ayrıca taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağı belirtilmektedir. Düzenleme yalnızca kasten işlenen bir suçtan dolayı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağını düzenlediğinden ceza infaz kurumunda bulunmayan hükümlülerin oy kullanmaları bakımından anayasal bir engel bulunmamaktadır.

İtiraz konusu ibareyle getirilen düzenleme incelendiğinde, hükümlülerin, ceza infaz kurumunda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın kasten işlenen suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin, kişinin seçme hakkından yoksun bırakılmak için yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Kuralla, söz konusu hükümlülerin seçme hakları, cezanın infazının fiilen ceza infaz kurumunda gerçekleştirildiği süreyi aşacak şekilde sınırlandırılmaktadır.Bu suretle kuralla seçme hakkına getirilen sınırlama, Anayasa’da seçme hakkının bir tezahürü olarak ifade edilebilen oy kullanma hakkının Anayasa’da açıkça ifade edilen sınırlarını aşmakta, hükümlünün ceza infaz kurumunda bulunup bulunmadığı dikkate alınmaksızın kategorik bir şekilde kasten işlenen tüm suçlardan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet halinde seçme hakkına sınırlama getirilmektedir. Kuralla getirilen sınırlama demokratik toplum düzeninde gerekli olmayan ölçüsüz bir sınırlama niteliğinde olduğundan Anayasa’ya aykırıdır. 

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu “.hapis cezasına.” ibaresi Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “seçme ve…” ibaresi yönünden Anayasa’nın 13. ve 67. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir” denilmiştir.

Gerçekten Anayasa’ya göre “taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamaz”(m.67/5). Buna göre, kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olup da bu cezasını infaz kurumunda çekmekte olan kişi seçme hakkını kullanamayacaktır. Kasıtlı suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilmiş olmakla birlikte, bu cezanın infazı sürecinde koşullu salıvermeden yararlanan kişi denetim süresi zarfında seçme hakkına sahip olacaktır. Keza, henüz koşullu salıverme süresini tamamlamamış olup, 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesi kapsamında, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezasının infazına karar verilenler de seçme hakkını haiz olacaktır.

►► ► Keza aynı karar ile; 53’üncü maddenin birinci fıkrasında yer alan “…ve diğer siyasi hakları kullanmaktan”ibaresi de iptal edilmiştir.

Gerekçede;

36. Kanun’un itiraz konusu ibarenin de yer aldığı 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, kişinin, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak yoksun bırakılacağı siyasi haklar belirtilmiş olup seçme ve seçilme ehliyetinin yanı sıra itiraz konusu ibare ile diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağı da hükme bağlanmıştır.

37.Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir.

38.Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Cezai ve idari yaptırımlar içeren düzenlemeler bakımından bu ilkenin taşıdığı önem daha da açıktır. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik” başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur.

39.Siyasi haklar, devletin kuruluş ve işleyişi ile ilgili temel haklardır. Bu haklar kişiye toplumun temel kural ve yapılarını etkilemek üzere doğrudan hareket etme olanağı tanırlar, bu nedenle demokrasinin temelini oluştururlar. Kuralla, kişinin, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak seçme ve seçilme hakkının yanı sıra diğer siyasi haklardan da yoksun bırakılacağı belirtilmiş olup söz konusu diğer siyasi hakların, seçme ve seçilme hakları hariç olmak üzere Anayasa’da sayılan siyasi haklar olduğu anlaşılmaktadır. 

40.Siyasi haklar, Anayasa’nın 66 ilâ 74. maddelerinde yer almakta ve  Anayasa’nın 66. maddesinde Türk vatandaşlığı; 67. maddesinde, seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları; 68. maddesinde siyasi parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma; 69. maddesinde siyasî partilerin uyacakları esaslar; 70. maddesinde kamu hizmetine girme hakkı; 71. maddesinde mal bildirimi; 72. maddesinde vatan hizmeti; 73. maddesinde vergi ödevi; 74. maddesinde ise dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı düzenlenmektedir.

41.Kanun koyucu tarafından gerekçede ifade edildiği gibi suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılması kabul edilebilir ise de kişinin Anayasa’da belirtilen tüm siyasi haklardan yoksun bırakılması sonucunu doğuran kuralın, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olduğu söylenemez. Bu nedenle kuralın hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan ölçülülük ilkesine aykırı olduğu açıktır.

42.Açıklanan nedenlerle Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “.ve diğer siyasi hakları kullanmaktan” ibaresi, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir”denilmiştir.

►► ► ► Son olarak Anayasa Mahkemesi, 53’üncü maddenin 2’nci fıkrasını, 1’inci fıkranın (b) bendinde yer alan “Seçme ve seçilme ehliyetinden…”ibaresi yönünden iptal etmiştir.

İptal gerekçesinde;

49. İtiraz konusu kural ile kişinin, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar Kanun’un 53. maddesinde belirtilen hakları kullanamayacağı hüküm altına alınmıştır.

50.Anayasa’nın 67. maddesinin beşinci fıkrasında,”.taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar…” denilerek, yalnızca kasten işledikleri suç nedeniyle ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacakları ifade edilmiştir. Dolayısıyla ceza infaz kurumunda bulunmayan hükümlülerin oy kullanmalarına anayasal bir engel bulunmamaktadır.

51.Kasten işlediği bir suç nedeniyle mahkûm olduğu hapis cezasının infazının tamamlanıncaya kadar geçecek süre zarfında kişinin seçme hakkını kullanamayacağını öngören itiraz konusu kural, cezanın infazının fiilen ceza infaz kurumunda gerçekleştirildiği süreyi aşacak şekilde sınırlandıran bir düzenleme niteliği taşıdığından, Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “seçme ve.” ibaresi yönünden Anayasa’ya aykırıdır.

52.Öte yandan, Kanun’un 53. maddenin (1) numaralı fıkrasına göre, kişilerin seçilme ehliyetinden yoksun bırakılabilmesi için, mahkûm olunan suçun kasten işlenmiş ve hapis cezasını gerektiren bir suç olması yeterlidir. Kanun’un 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ise süreli hapis cezası kanunda aksi belirtilmeyen hâllerde bir aydan az, yirmi yıldan fazla olamayacaktır. Bu durumda kasten işlenen suç nedeniyle hükmedilen bir yıldan daha az süreli hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar kişiler seçilme ehliyetinden yoksun bırakılacaktır. Oysa Anayasa’nın, 76. maddesinin ikinci fıkrasında, taksirli suçlar hariç toplam bir yıldan az hapis cezasına mahkûm olma hâli milletvekili seçilmeye engel bir durum olarak öngörülmemiştir. Bu nedenle kişilerin kasten işlemiş oldukları suçtan dolayı bir yıldan az hapis cezasına mahkûm olmaları hâlinde dahi seçilme haklarından yoksun bırakılmalarını öngören itiraz konusu kural, Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “. seçilmeehliyetinden.” ibaresi yönünden Anayasa’ya aykırıdır.

53.Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “seçme ve seçilme ehliyetinden.” ibareleri yönünden Anayasa’nın 67. ve 76. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir” denilmiştir.

Bu iptal kararıyla da 53/2’de yer alan yoksunluğun infazın tamamlanmasına kadar geçerli olacağı kuralı, (b) bendinde yer alan seçme ve seçilme ehliyeti açısından Anayasa 67 ve 76 hükümlerine aykırı sonuçları sebebiyle uygulanamayacaktır.

3-Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma Güvenlik Tedbirinin Koşulları

Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma tedbirinin uygulanabilmesi için aranan ilk koşul; kişinin kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına kesin hükümle mahkûm edilmiş bulunmasıdır (m.53/1)[4]. Böylece hukukumuzda hak yoksunluğunun ilk temel koşulu, kesinleşmiş bir mahkûmiyet (yargısal) kararının varlığıdır. Bu sebeple idari kararlar kapsamında, süresi, sınırı belirsiz hak yoksunluğuna ilişkin uygulama ve düzenlemelerin, lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi ve insan onuru ile çelişik ve mahkumiyete dayalı yoksunluğa nazaran güvenceleri (memnu hakların iadesi, arşiv kaydının silinmesi) bulunmaması sebebiyle, eşitlik ve adalet prensiplerine aykırı olduğu, bu yönüyle de hukuken yoklukla malul bulunduğu ifade edilmelidir[5].

Keza yasa kasti suçtan mahkumiyeti aramış olduğundan, taksirli suçlara mahkûmiyet halinde belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma tedbiri bazı istisnalar dışında (m.53/6) uygulanamaz[6].

Kasten işlenen suçtan dolayı hükmedilen mahkûmiyetin de “hapis cezası” olması aranmıştır. Hapis cezasının süresi önemli olmamakla birlikte, kısa süreli hapis cezası ertelenmiş kişiler hakkında hak yoksunluğu uygulanmaz (m.53/4)[7]. Keza yukarıda Anayasa 76 yönünden, seçilme ehliyetine ilişkin istisnadan da bahsetmiştik.

Sadece adli para cezasına mahkûmiyet halinde, 53/5’te yer alan istisnai düzenleme dışında hak yoksunluğu olmaz[8]. Hapis cezasına seçenek yaptırım olarak adli para cezasına hükmedilmesi durumunda da (TCK. m.50/5) hak yoksunluğunun söz konusu olmayacağını belirtmek gerekir[9].

Hak yoksunluklarının geçerliği mahkemenin ayrıca hükümde tedbiri göstermesine bağlı değildir. Diğer bir anlatımla, şartların varlığı halinde hükümde gösterilmeyen hak yoksunlukları hüküm ifade eder. Mahkeme kararında tedbirin gösterilmemesi hükümlüye kazanılmış hak bahşetmez[10]. Bu durum infaz aşamasında nazara alınabilir.

TCK.‘da kasti bir suçtan mahkûmiyetin kanuni neticesi olarak ömür boyu hak yoksunluğu öngörülmemiş, yoksunluk belli bir süre ile sınırlanmıştır. Buna göre; kişi işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar maddede belirtilen hakları[11]kullanamaz (m.53/2).

Şu hâlde, mahkûmiyetin kesinleşmesi ile başlayan hak yoksunluğu, mahkûm olunan, hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar devam eder. Diğer bir anlatımda, bu tedbirin süresi mahkûmiyet süresi ile sınırlanmıştır (m.53/2). Bu kuralın istisnası bulunmakla birlikte, o da infazın tamamlanmasından itibaren belirli bir süre hak yoksunluğu olarak (m.53/5) düzenlenmiştir[12]. Keza cezasını çekmiş bir kişi, toplumla barışmış, suç işlemekle kaybettiği toplumsal güveni geri kazanmış demektir. Ayrıca devletle kişi arasındaki ceza ilişkisi infazla bitmiş olduğundan, infazın tamamlanmasından sonra devam eden yoksunluklar hem lekelenmeme / unutulma hakkı ve dolayısıyla insan onuru yönünden tenkit edilmesi gereken bir uygulamadır.

4- Güvenlik Tedbirinin Temel Koşullarına İstisna Oluşturan Haller

Öncelikle erteleme ve şartla salıvermeye ilişkin ayrık düzenlemelere temas etmek gerekmektedir. Hapis cezasının ertelenmesinde denetim süresi (bir yıldan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, m.51/3) yükümlülüklere uygun veya iyi halli olarak geçirilmişse, ceza infaz edilmiş sayılır (m.51/8). Keza şartla salıverme durumunda cezasını denetim süresince dışarıda geçiren mahkûm, bu süreyi yükümlülüklere uygun ve iyi halli olarak geçirirse, cezası infaz edilmiş sayılır (CGTİK. m.107/14).

Denetim süresi erteleme ve şartla salıverme hakkında cezanın bir infaz şekli olduğundan ceza mahkûmiyetine bağlı hak yoksunlukları denetim süresince devam eder. Bununla beraber, kanun koyucu cezası ertelenen veya şartla salıverilen hükümlünün kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlığa ait yetkilerinin devam edeceğini öngörerek hak yoksunluklarının denetim süresince devam etmesi esasına bir istisna getirmiştir (m.53/3,1, cümle)[13].

Ayrıca mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlü hakkında birinci fıkranın (e) bendinde (kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir mesleği icra) yer alan hak yoksunluğunun (örneğin, avukatın cezasının ertelenmesi) uygulanmamasına karar verilebilir (m.53/3,2. cümle). Diğer haklar bakımından hak yoksunlukları sürer.

Kısa süreli hürriyet bağlayıcı cezaları ertelenen[14]veya fiili işlediği esnada on sekiz yaşını doldurmayan[15]kişiler hakkında belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma tedbiri uygulanamaz (TCK. m.53/4).

TCK.’nun 53’üncü maddesinin 5 inci fıkrasına göre, 1 inci fıkrada öngörülen hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen kasti suçlar dolayısıyla (örneğin, gerçeğe aykırı mütalaada bulunan bilirkişi, m.276/1) hapis cezasına mahkûmiyet halinde cezanın infazından sonra etkili olmak üzere hükmedilen cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına ayrıca hükmedilir[16].

Keza maddede gösterilen hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece “adli para” cezasına mahkûmiyet durumunda, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adli para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar (m.53/5).

Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçlar nedeniyle verilen mahkûmiyet kararında[17]üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir (m.53/6). Burada taksirli suçlara özgü bir hak yoksunluğu düzenlenmiş olup, 53/1’deki hak yoksunlukları uygulanamaz[18]. Keza işlenen taksirli suçla bağlantılı olan sürücü belgesinin geri alınması[19]yahut izne tabi bir meslek ve sanat icra ediliyorsa, suçla bağlantılı o meslekten yasaklanma[20]söz konusudur. Hâkimin burada güvenlik tedbirine hükmedip etmeme konusunda takdir yetkisi vardır (örneğin, trafik kazası sonucu ölüme sebebiyetten üç yıl hapis cezasıyla cezalandırılan kimseye, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere sürücü belgesinin geri alınması muamelesine tabi tutulabilir). Hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe giren yasaklanma ve geri alma, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar (m.53/6).

5-Türk Medeni Kanunu’ndan Kaynaklanan Mahkumiyete Dayalı Hak Yoksunluğu

4721 sayılı TMK.’da kişiye vasi atanması gereken yasal kısıtlılık hallerinden biri olarak, hapis cezası infaz edilen hükümlüden bahsedilmiştir.

Konuyla ilgili TMK.’nın 407’nci maddesinde;

“Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.

Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür” denilmektedir. 

Hükümden de anlaşılacağı üzere, kişinin kısıtlanması ve vasi tayin edilmesi bakımından aranan temel koşul, bir yıl ve üzeri hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkumiyettir. Kısıtlama, mahkûmiyet kararının kesinleşmesi ve cezanın infazına başlanması ile birlikte başlar. Kişinin kısıtlanması için bir karara ihtiyaç yoktur, ancak hukuki işlemlerini yapabilmesi için kendisine vasi tayin edilmesi gerekir. Vesayet makamı kişinin yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesidir (TMK.m.397, 411). Bir yıl ve üzeri hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olmakla birlikte, cezanın belirli bir kısmı infaz edilmeksizin denetimli serbestlik tedbiri (CGTİHK.m.105a) uygulanarak salıverilen kişiler hakkında hüküm uygulanmaz. Keza TCK.m.53’ten farklı olarak cezanın infazı sırasında uygulanan bu kısıtlama açısından mahkûm olunan suçun kasten yahut taksirle işlenmiş olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Keza kişinin mahkûm olduğu hapis cezasının bir yıl ve daha fazla olması yeterli olup, şartla salıverme açısından infaz kurumunda çekilecek kısmın daha az olması kısıtlamaya engel oluşturmaz. Ancak kişinin şartla salıverilmesi sebebiyle, her ne kadar şartla salıvermede denetim süresi, cezanın hapiste çekilmesi gereken kısmına karşılık gelmekteyse de vesayet durumu hapis halinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar (TMK.m.471)[21].

 

[1]AY.m.38: “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”.

[2]TCK.m.2/1: “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz”.

[3]Nitekim Danıştay 1. Dairesi’nin 13.03.2006, 2005/1290 E., 2006/298 K. sayılı ilamında;657 sayılı Devlet Memurları Kanunu açısından da ömür boyu hak yoksunluğunun olamayacağı kabul edilmiş, ancak bu durumun idarenin takdir yetkisi çerçevesinde değerlendirileceği belirtilmiştir: “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53 üncü maddesi ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun adli sicil bilgilerinin silinmesi başlıklı 9 uncu maddesi hükümleri gözetilerek devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olup da cezasını çekenlerin, devlet memuriyetine atanmalarını istemeleri durumunda memuriyete atanmaları mümkündür. Ancak ilgililerin arşiv kaydına alınan adli sicil bilgileri de göz önüne alınmak suretiyle idarelerin bu atamalar konusunda takdir yetkileri vardır”. Karar için bkz. Terazi Aylık Hukuk Dergisi, Yıl:2, Sayı:7, Mart 2007, s.206 vd.

[4]“TCK.’nun 53/1. maddesine göre anılan madde ve fıkrada belirtilen hakları kullanmaktan yoksun bırakılmanın, kasten işlenmiş bir suçtan dolayı verilen hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olması karşısında…”(Yarg. 2.CD., 10.5.2007, 2600/6566).

[5]Nitekim, OHAL KHK’sı ile kamu görevinden ihraç edilen bir öğretim üyesinin milletvekili adaylığına ilişkin olarak Yüksek Seçim Kurulu, 28.05.2018 tarih ve 613 sayılı Kararında; “Resmî Gazete’nin 07/02/2018 tarihli, 29972 Mükerrer sayılı nüshasında yayımlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) “Kamu personeline ilişkin tedbirler” başlıklı 1. maddesinin (2). Fıkrasında; “Birinci fıkra gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler…” düzenlemesi yer almaktadır. 686 sayılı KHK’de yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilemezler” kuralı, KHK ile görevinden çıkarılanların idarenin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin görülmesinde çalıştırılamayacakları anlamına gelmekte olup, milletvekillerinin idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gören memur ve diğer görevliler kapsamında değerlendirilemeyeceği tartışmasızdır.  Kurulumuzca yapılan değerlendirme neticesinde; Anayasanın 76., 2839 sayılı Kanunun 11. maddesindeki, kamu hizmetlerinden kısıtlılık halinin mahkeme kararına dayanması gerektiği, ilgili hakkında kısıtlılığa ilişkin herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı, 686 sayılı KHK’nin 1. maddesinin (2). Fıkrasındaki düzenlemenin de milletvekilliğini kapsamadığı anlaşılmakla, itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir” denilmek suretiyle, seçilme ehliyetinden yoksunluğun yalnızca kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına kesin hükümle mahkûm edilmiş bulunma haliyle sınırlı olarak uygulanabileceğine işaret etmiştir.

[6]“Türk Ceza Kanunu’nun 53/6. maddesi uyarınca sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilmesi için, belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûm olunması gerektiği gözetilmeden, kasıtlı suçtan cezalandırılan sanık hakkında sürücü belgesinin 3 ay süreyle geri alınmasına karar verilmesinde isabet görülmediğinden…” (Yarg. 12. CD., 26.04.2012, 16853/10903).

[7]“Somut olayda, sanık hakkında tayin olunan ve kısa süreli hapis niteliğinde olduğu tartışılmaz bulunan 6 ay 20 gün hapis cezasının, Yerel Mahkemece ertelenmesine karar verilmiş olması karşısında, TCY.nın 53/4. maddesi hükmüne aykırı olarak, aynı maddenin 1 ve 2. fıkraları uyarınca hak yoksunluğuna hükmedilmesi yasaya aykırı ve isabetsizdir” (Yarg. CGK., 26.02.2008, 8-261/32);“Kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında, TCK.’nun 53/4. maddesine aykırı olarak anılan maddenin 1. fıkrası uyarınca hak yoksunluğuna hükmedilmesi”, (Yarg. 9. CD., 28.05.2009, 5901/6329.

[8]“Sanık hakkında verilen adli para cezasıyla ilgili olarak mahkemece sanığın cezasının infazı tamamlanıncaya kadar TCK.’nun 53.maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verildiği, ancak TCK.’nun 53/5. maddesindeki istisna dışında adli para cezalarında hak yoksunluklarının uygulanamayacağı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi…”(Yarg. 2. CD., 27.03.2012, 35491/7476); “Türk Ceza Yasasının 53. maddesinde düzenlenen “belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma” kararının verilebilmesi için aynı madenin 1. fıkrasında, hükmedilecek mahkumiyetin kasten işlenen bir suçtan dolayı “hapis cezası” olması gerektiği açıklanmıştır. İncelenen dosyada ise mahkemece 203. maddenin 1. fıkrasında öngörülen seçimlik cezalardan adli para cezasının tercih edilerek mahkûmiyet kararı verildiğinin anlaşılması karşısında, 53. maddede yazılı hak yoksunluklarına karar verilebilmesi için gereken koşul oluşmadığı halde anılan madde ile uygulama yapılmış olması yasaya aykırıdır” (Yarg.4.CD., 28.06.2006, 4096/13140).

[9]Nitekim Yargıtay 11. CD.’nin 26.09.2011 tarih ve 10325/20295 sayılı ilamında;“TCK.’nun 50/5. maddesi gereğince uygulamada asıl mahkumiyetin bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası veya tedbir olduğu, aynı kanunun 53. maddesinin hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak uygulanması gerektiği gözetilmeden, özel belgede sahtecilik ve 5464 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından verilen ve adli para cezasına çevrilen mahkumiyetleri nedeniyle TCK.’nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarına hükmolunması” denilmek suretiyle bu hususa işaret edilmiştir.

[10] Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 27.06.2007 tarih ve 5990/9481 sayılı kararında;“Dosya içeriğine göre sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, 5237 sayılı TCK.’nun 53/1 inci maddesine göre, anılan madde ve fıkrada belirtilen hakların tamamını kullanmaktan yoksun bırakılmanın, kasten işlenmiş bir suçtan dolayı verilen hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olması karşısında, kararda gösterilen aynı maddenin 1-b bendindeki seçme ve seçilme ehliyeti ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılması ile birlikte kararda gösterilmeyen diğer hak yoksunluklarının infaz aşamasında nazara alınması mümkün görülmüştür” denilmektedir.

[11]Anayasa Mahkemesi’nin 8/10/2015 tarihli ve E.: 2014/140, K.: 2015/85 sayılı Kararı ile; 53’üncü maddenin ikinci fıkrası, birinci fıkranın (b) bendinde yer alan “Seçme ve seçilme ehliyetinden…” ibaresi yönünden iptal edilmiştir.

[12]“Suçun TCK.’nun 53/1-d maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanıklar hakkında aynı Yasanın 53/5. madde ve fıkrası gereğince cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” (Yarg. 5. CD., 27.03.2012, 4113/2685).

[13]“…Kısa süreli olmayan ertelenmiş hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün yasal sonucu olan ve TCK’nın 53. maddesinin 1. fıkrasının a, b, ve ihtiyari olarak e bendinde belirtilen belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilebilir, ancak Türk Ceza Kanunu’nun 53/3. maddesine göre “Mahkum olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz” şeklindeki düzenleme karşısında, hapis cezası ertelenen sanık hakkında, aynı Kanun’un 53/1-c maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi.. yasaya aykırıdır..”(Yargıtay.17.CD., 10.12.2018, 2016/19216 E., 2018/15873 K.);

[14]“… Hükümlü hakkında hükmolunan 6 ay 20 gün hapis cezasının ertelenmesine karar verildiği halde, TCK.’nun 53/4. madde ve fıkrasındaki “kısa süreli hapis cezası ertelenmiş … kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmü gözetilmeyerek, hükümlünün sözü edilen Kanun’un 53/1. maddesinde belirtilen bir kısım haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır..” (Yargıtay 8. CD., 25.10.2018, 2018/670, 2018/11682); “….TCK.’nun 53. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, mahkum olduğu kısa süreli olmayan hapis cezası ertelenen sanık hakkında anılan maddenin l. fıkrasının (c) bendinde yazılı hak yoksunluğunun, sanığın kendi altsoyu dışındaki kişiler üzerindeki velayet, vesayet veya kayyımlık yetkileri açısından cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, yasaya aykırıdır..”(Yargıtay 7. Ceza Dairesi, 26.12.2018, 2015/10672 Esas, 2018/14791); “…Kısa süreli hapis cezası ertelen sanık hakkında TCK’nın 53/4. maddesi uyarınca TCK.’nın 53/1. maddesindeki hak yoksunluklarına karar verilmemesi gerektiğinin düşünülmemesi… yasaya aykırıdır…” (Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 10.01.2019, 2018/4957 Esas, 2019/444).

[15] “…TCK.’nın 53/4.maddesinde yer alan “kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz” şeklindeki düzenleme karşısında, suça sürüklenen çocuk hakkında aynı Kanun’un 53/1.maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 2. Ceza Dairesi, 8.1.2019, 2016/11969 Esas, 2019/210 Karar)

[16]“…Kabule göre de; suçun TCK.’nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkilerin kötüye kullanılması suretiyle işlendiği kabul edilmesine rağmen sanık hakkında aynı Yasanın 53/5. maddesinin uygulanmaması… TCK’nın 53/5. maddesi uyarınca hükmedilecek hak yoksunluğu süresinin cezanın yarısından az olamayacağı gözetilmeksizin sanıklar … ve… haklarında, zimmet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerinde 53/1-a maddesindeki hak ve yetkilerin kullanılmasından birer gün eksik olarak yasaklanmalarına hükmolunması, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçunun da TCK.’nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkilerin kötüye kullanılması suretiyle işlendiği kabul edilmesine rağmen sanıklar …, … ve … haklarında bu suç yönünden aynı Yasanın 53/5. maddesinin uygulanmaması.. yasaya aykırıdır..” (Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 20.12.2018, 2018/9057 Esas, 2018/9733 Karar); “… Ancak; suçu TCK’nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle işlediği kabul edilen sanık hakkında aynı Kanun’un 53/5. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, kanuna aykırı, görülmüş olduğundan… bozulmasına, ancak bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın düzeltilmesi mümkün bulunduğundan CMK 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak ve mahkemenin ceza tayinine yönelik takdiri de nazara alınarak (2) numaralı hüküm fıkrasına, “Sanığın ayrıca cezanın infazından sonra işlemek üzere, TCK’nın 53/5. maddesi uyarınca 2 yıl 9 ay 10 gün süre ile aynı Kanunun 53/1-a maddesindeki hak ve yetkileri kullanmaktan yasaklanmasına,” ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün düzeltilerek onanmasına..” (Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 29.11.2018, 2014/12392 Esas, 2018/9429 Karar).

[17]Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan hakkında kasıtlı suçtan hüküm kurulan sanık hakkında, taksirli suçtan mahkûmiyet halinde uygulanabilip kasıtlı suçlarda uygulama olanağı bulunmayan TCK’nın 53/6. maddesindeki, sürücü belgesinin geçici olarak geri alınması tedbirinin uygulanması suretiyle sürücü belgesinin 3 ay süreyle geri alınmasına karar verilmesinde isabet görülmemiştir…”(Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 18.12.2018, 2018/7525 E., 2018/12281 K.)

[18]“…Taksirli suçlarda TCK’nın 53/6. maddesi hariç diğer hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi, kanuna aykırıdır…” (Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 19.12.2018, 2017/4367 Esas, 2018/12448 Karar).

[19]“…TCK.’nın 53/6. maddesinde, belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkumiyet hâlinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebileceği düzenlendiği; sanık hakkında bu madde hükümlerinin uygulanmasına karar verilirken, yargılamaya konu kazayı idaresindeki kamyonet ile yaptığı gözetilmeden, ilgili madde hükmünün amacına aykırı şekilde sanığa ait “E, G” sınıfı sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi kanuna aykırıdır..” (Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 19.12.2018, 2017/10976 Esas, 2018/12423 Karar).

[20]“…Şirket temsile yetkili ortaklığının ve mesul müdürlüğünün ruhsatnameye bağlı olarak yürütülen bir meslek olmadığı gözetilmeden, TCK’nın 53/6. maddesi gereğince sanıkların 3 ay süre ile şasi üstü ekipman ve makine ile ilgili mesleğin icrasından yasaklanmasına karar verilmesi, kanuna aykırıdır..”(Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 17.12.2018, 2016/9920 Esas,2018/12207 Karar).

[21]“… Sanık … hakkında kurulan hükme dair temyiz itirazlarının incelenmesinde; dosyada bir örneği bulunan ve sanık vasisi ….. tarafından verilen temyiz dilekçesine ekli Antalya 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.08.2011 tarih 2011/1226 esas numaralı ilamdan sanığa TMK.’nun 407. maddesi gereğince 1968 doğumlu kardeşinin vasi olarak atandığının anlaşılması, UYAP kontrolünde, gerekçeli kararın Tebligat Kanununun  35. maddesine göre sanığa tebliğ edildiği 29.06.2012 ve sanık … vasisinin kararı temyiz ettiği 05.07.2012 tarihlerinde sanığın cezaevinde bulunmadığının belirlenmesi, Türk Medeni Kanununun 471. maddesinde yer alan “özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkumiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis halinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar” şeklindeki yasal düzenleme karşısında sanık … vasisinin hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmadığı anlaşılmakla, … vasisinin temyiz isteminin reddine karar verilmiştir..” (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 11.09.2014, 2014/9741 Esas, 2014/14712 Karar); “…Sanıklar hakkında TCK.’nun 33. maddesinin uygulanmasında hüküm tarihinden önce yürürlüğe giren 4721 Sayılı Yasayla değişik TMK’nun 471. maddesi de gözetilerek “hapislik halinin sonra ermesine kadar yasal kısıtlılık altında bulundurulmasına” karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirip, sanıklar vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle sanık Polat bakımından re’sen de tabi olan hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi bozulmasına oybirliği ile karar verildi..” (Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 10.12.2003, 2003/3012 Esas, 2003/3073 Karar)

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment