Bilimsel Görüşler

Dolandırıcılık Suçunun Maddi Unsurları Üzerine Bir Değerlendirme

 

 

(Bu çalışma, “Dolandırıcılık Suçu” ile ilgili bilimsel çalışmalarımız ile bilimsel görüşlerden özetlenmiştir)

 

1-Genel Bilgiler

Dolandırıcılık suçunun temel şekli 157’nci maddede düzenlenmiştir. Burada; “hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası verilir” denilmektedir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri ise; 158’inci maddede yer almaktadır. Keza dolandırıcılığın, bir hukukî ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi de (saik nazara alınarak) daha az cezayı gerektiren nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir (m.159).

Bu suç tipinde korunan hukuki değer hem bireylerin mülkiyet hakları hem de irade hürriyetleridir. Çünkü dolandırıcılıkta, kişi “hile” ile aldatılarak, algılama kabiliyetinde karışıklık meydana getirilmekte, bu yolla serbestçe davranışlarını yönlendirme yeteneği zedelenmektedir. Kişi, gerçekte yapmayacağı bir tasarrufu “hileli davranışların”etkisiyle icra etmektedir. Bu sebeple, toplumda birbirleriyle hukuki, ekonomik yahut sosyal ilişkiler tesis eden bireyler arasındaki iyi niyet ve güven duygusu da suç tipinin yaptırıma bağlanmasıyla korunan[1]değerlerdendir[2].

 2-Dolandırıcılık Suçunda Tipiklik

“Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak”şeklinde tarif edilen dolandırıcılık, aşağıda ayrıntılarıyla izah edeceğimiz unsurları itibariyle, benzer suç tiplerinden ayrılır. Dolandırıcılıkta, mal varlığının el değiştirmesi ile hileli davranış arasında bir bağ, sebep sonuç ilişkisi aranır.  Mal varlığının böyle bir hileye bağlı olmaksızın el değiştirmesi sonrasında mal üzerindeki hâkimiyeti güçlendirmek, fiilin ortaya çıkmasını engellemek düşüncesiyle müracaat edilen hileli davranışlar, fiili dolandırıcılık haline getirmez. Zilyedin belirli bir şekilde kullanılması, muhafazası için emanet ettiği, zilyetliği devrettiği mal üzerinde zilyetlikle bağdaşmayan tasarrufların gerçekleştirilmesi ve bunların hile ile yapılması yahut sonrasında gizlemek, yakalanmamak için hileye müracaat edilmesi, fiili dolandırıcılık haline getirmez, eylem güveni kötüye kullanma kapsamındadır. Keza hilenin belirli bir ağırlığa ulaşmaması, basit bir kandırma, el çabukluğu ile eşyanın elde edilmesi halinde dolandırıcılık değil, hırsızlık gerçekleşir.

Dolandırıcılık ile hırsızlık suçlarının da kimi hallerde birbirinden ayrılması güç olabilir. İki suç tipi arasındaki temel farkları şu şekilde belirtilebiliriz[3]: Hırsızlık suçunda taşınır mal, zilyedin rızası olmaksızın alınırken, dolandırıcılık suçunda görünüşte de olsa zilyedin rızası mevcuttur. Burada rıza, karşı tarafın hileli davranışı sonucunda aldatılmasıyla elde edilmektedir. Diğer bir deyişle, mağdurun rızası sakatlanmış bir iradeye dayanmakta olup, gerçek durumu bilmesi halinde rıza göstermesi mümkün değildir[4]. Örneğin, bir otomobilin satın alınacağından bahisle tamirciye götürülmesinden sonra, failin aracın sesini dinleyeceğinden bahisle mağdurdan aracın anahtarını aldığı ve akabinde aracı çalıştırarak kaçtığı olayda Yargıtay CGK., eylemin dolandırıcılık suçuna vücut vereceğini kabul etmiştir[5]. Rıza bakımından önemli sayılabilecek bir diğer kararında ise Yargıtay “…somut olayda sanıkların bölgede eski bir adet olan çevreden toplanan ziynet ve paralar ile ölen kişinin para ve mallarının imam vasıtasıyla Kur’an okunup fakirlere dağıtılması ve çevreden ödünç alınan ziynet ve paraların geri verilmesi olarak nitelendirilen “devir döndürme” işlemini yapacakları bahanesiyle katılandan 3 adet bileziğini istemelerine rağmen katılanın vermek istememesi, bunun akabinde başka kişilerden de aldıklarını, ne kadar çok olursa o kadar çabuk döneceğini ve hemen getireceklerini söyleyip bu arada sanık Erol’un katılanın bileğinden bilezikleri çıkartarak hemen olay yerinden uzaklaşmaları şeklindeki olayda; sanıkların hileli hareketi sonucu katılan tarafından bileziklerin geçicide olsa zilyetliğinin sanıklara devredildiğinden söz edilemeyeceği cihetle eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde dolandırıcılık suçundan hüküm kurulması…”demiştir[6].

Kişi hileli davranışlara müracaat etmesine rağmen, mağdurun zilyetliğinden çıkaramadığı malı alırsa, dolandırıcılık değil, hırsızlık suçu gerçekleşir[7]. Keza soyut yalana müracaat ederek, mağdurun dikkatini dağıtarak, bir takım yalan beyanlara ilaveten el çabukluğu, şaşkınlıktan istifade etme gibi koşullarda bir malın alınması halinde de hırsızlık suçu gerçekleşir. Yargıtay’ın konuya ilişkin pek çok kararı mevcuttur: “Olay günü tekel bayisine giderek aldığı içki ve sigara kolilerinin aracına konulmasından sonra, şikayetçiden kuruyemiş isteyip tartıldığı sırada aracıyla kaçan sanığın, düğünü olduğunu söylemesi, dikkati çekmeden fazla miktarda tekel ürünü almaya yönelik basit bir yalan ve kuruyemiş tartılmasını istemesi ise, tekel maddelerinin teslimine yönelik olmayıp parayı ödemeden kaçmayı temin için söylendiğinden hırsızlık suçunun oluştuğu gözetilmeden yazılı şekilde dolandırıcılık suçundan hüküm kurulması.. yasaya aykırıdır”[8].

Dolandırıcılık suçundan söz edebilmek için mağdurun hile ile fesada uğratılmış bir iradeye sahip olması arandığından, mağdurun yeterli düzeyde iradeye sahip olmaması durumunda (örneğin, çok küçük yaştaki bir çocuk ya da akıl hastası) eylem dolandırıcılık değil, hırsızlık suçunu oluşturur.

Hırsızlık suçunda sadece taşınır mallar suçun konusu iken, dolandırıcılık suçunda taşınmaz mallar da bu suça konu olabilmektedir[9].

Dolandırıcılık suçunda, failin bilerek ve isteyerek hareket etmesi (kast) suçun oluşması için yeterli olup, saik aranmaz. Hâlbuki hırsızlık suçunda, failin, kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla (saik) hareket etmesi aranır.

3- Dolandırıcılık Suçunun Maddi Unsurları

a-Fiil

Bu suç tipinde, kişinin kendisinin ya da bir başkasının malvarlığında azalma meydana getiren, zarara yol açan tasarrufu, failin, “hileli davranışlarıyla aldatılması”sonucunda yapması aranır[10].

Sözlükte hile; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika” olarak tarif edilmiş, aldatmaise; “beklenmedik bir davranışla yanıltmak, karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlamak, bir şeyin görünürdeki durumu, o şeyin niteliği bakımından yanlış bir kanı vermek” şeklinde tanımlanmıştır[11].

Madde gerekçesinde hilenin icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tara­fın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da (ihmali davranış) gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. An­cak, bu ihtimalde failin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek konusunda hukuksal bir yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile bir hukukî ilişkinin tarafı olunan hallerde, böyle bir yükümlülüğün mevcudiyeti kabul edilmelidir[12].

Dolandırıcılık yönünden; muhatabını hataya düşürmeye[13], aldatmaya, onun algılama ve irade yeteneğini etkilemeye elverişli, gerçeği gizlemeye, başkalaştırmaya, olduğundan farklı göstermeye hizmet eden maddi yahut gayri maddi her türlü davranış “hile”olarak nitelendirilebilir[14]. Ayrıca failin somut olgularla desteklediği, mağdurun denetleme imkânını, gerçekleşen güven ortamı içinde ortadan kaldıran ve belli bir ağırlık ve yoğunlukta bulunan yalan da hile kavramı içinde mütalâa edilir[15]. Ancak sadece basit bir yalan, hile kapsamında değerlendirilmez[16]. Konuyla ilgili olarak Yarg. 6. CD’nin 01.12.2011 tarih ve 6-2011/15875 E., 2011/47627 K. sayılı içtihadı yol göstericidir: “…Dolandırıcılık suçunda mağdur yanıltılmaktadır. Yani dolandırıcılık suçu tipik bir hile suçudur, irade hile ile fesada uğratılmaktadır. O halde hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Yalan suç değildir. Kimse başkasının sözüne kolayca inanmamalıdır. İnanırsa kusur kendisindedir. Sadece yalan hile sayılmaz. Yalana bir sahneye konuş refakat etmelidir. Böylece ona doğru görüntüsü verilmiş olmalıdır. Bu da mağdurun tahkik etmesini imkânsızlaştırmalı veyagüçleştirmek için bir gayret sarf edilmiş olması gerekir. Mücerret yalan dolandırıcılığın karakteristik unsuru olan hileyi meydana getirmez. Hilenin kandıracak nitelikte olup olamadığı olaysal değerlendirilmelidir. Olayın özelliği mağdurun durumu fiille olan ilişkisi kullanılan hilenin şekli yalanın denetim olanağının bulunup bulunmadığına da bakılarak belirlenmelidir. Eğer aldatılan için bu olayın gerçek olup olmadığı önemsiz ise bu durumda onun hatasından bahsedilemez. Dolandırıcılık suçunda mağdurdan fail hile ile bir şeyi almakta veya teslimini sağlamakta ya da mağdurun yararlandığıhaklarından vazgeçmesini temin etmektedir…” .

Suçun gerçekleşebilmesi için mağduru kandırabilecek nitelikte bulunan hileli hareketlerin aynı zamanda onu aldatması lazımdır[17]. Mağdur, failin kullandığı bu araçlar sonucunda hataya düşmeli, yani malvarlığı bakımından kendisini zarara sokan tasarrufu iradi ve rızai bir hareketle yapmalıdır. Böylece hataya dayalı tasavvur sonucu gerçekleştirdiği tasarrufun kendisine bir zarar vermediği inancını taşımalıdır[18].Bununla birlikte, failin hileli davranışları yapması ile mağdurun aldanmasının aynı anda olması şart değildir. Örneğin, failin gönderdiği elektronik postayı saatler sonra okuyan mağdurun, aldanarak faile yarar sağlaması halinde de dolandırıcılık suçu gerçekleşir.

Yargıtay kararlarında hileli davranışın varlığının değerlendirilmesinde, somut olayın özelliklerinin nazara alınması, bu kapsamda ortalama kişinin değil, hadisedeki mağdurun konumunun göz önünde tutulması gerektiği ifade edilmiştir[19].

Kişinin herhangi bir şekilde hileli davranış bulunmaksızın, bir malı, değerinin çok üzerinde bir bedelle alması yahut değerinin çok altında bir bedelle satması hallerinde, konunun sözleşme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi ve ortaya çıkan ihtilafların ceza değil, hukuk yargılaması ile çözümü gerekir. Çünkü alınan yahut satılan malın evsafında bir yanıltma, hile mevcut değilse, görünen ile alınan arasında gerçeklik anlamında bir fark yok ise, mevcut koşula göre bu malın değeri konusundaki uyuşmazlık alıcı ve satıcı arasındaki anlaşma kapsamında çözümlenmelidir. Sözleşme özgürlüğü kapsamında kişiler istedikleri malları istedikleri rakama alabilir veya satabilirler. Yargıtay 15.CD.’nin 15.01.2013 tarih ve 2011/18017 E., 2013/318 K. sayılı içtihadı yol göstericidir: “….Somut olayda; şikayetçinin sanıklar adına tapulu taşınmazda bulunan bir kısım ağaçları satın aldığı, basiretli bir tacir gibi davranmayan şikayetçinin arazide bulunan ağaçların anlaştığı bedelden daha az değerde olduğunu anladıktan sonra sanıklardan şikayetçi olduğu ve aynı zamanda Asliye Hukuk Mahkemesinde menfi tespit davası açtığı, taraflar arasındaki ihtilafın hukuki mahiyette olduğunun Asliye hukuk mahkemesi kararıyla anlaşıldığı, dolandırıcılık suçunu unsurlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle sanıkların beraatine dair kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir…” .

Bu başlık altında dolandırıcılıkta hileli davranışın resmi yahut özel bir belgede sahtecilik yapılarak gerçekleştirilmesi ihtimaline de değinmek gerekir. Hilenin, üzerinde sahtecilik yapılmış yahut sahte olarak üretilmiş bir belgeye dayanılarak gerçekleştirilmesi ve bu yolla aldatılan mağdurdan haksız menfaat elde edilmesi yahut edilmeye çalışılması ihtimalinde kural olarak hem belgede sahtecilik hem de dolandırıcılık suçu gerçekleşir. Ancak belgenin aldatma yeteneğinin bulunmaması durumunda, ortada dolandırıcılık açısından da elverişsiz bir davranış bulunduğundan, belgede sahtecilik suçu gerçekleşmeyeceği gibi, dolandırıcılık da oluşmaz.  Yargıtay kararları da bu yöndedir[20].

b-Netice

Dolandırıcılık suçu, neticeli bir suç tipidir. Failin, hileli davranışlarıyla aldattığı mağdurun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlaması gerekir. Mağdurun veya başkasının zararına, yararın elde edilmesiyle netice gerçekleşir ve suç tamamlanır.

Yapılan hileli davranışlarla, aldanan mağdurun sağladığı yarar arasında nedensellik bağlantısı bulunmalıdır. Bu yönüyle, akdi ilişkinin kurulması sırasında değil, ilişkinin devamında (edimlerin ifası sırasında) hileli davranışlara müracaat edilirse, bu fiil, dolandırıcılık suçu yönünden tipik değildir. Gerçekten bireyler, ekonomik, ticari ilişkiler kapsamında üstlendikleri edimleri, borçları mevcut ilişkinin devamında yerine getirmemek adına, hileye müracaat etmektedirler. Yargıtay’ın konuyla ilgili kararlarında dolandırıcılık suçunun oluşmayacağına işaret edilmiştir: “….Yerleşmiş yargısal kararlarda da kabul edildiği üzere, önceden doğmuş bir borçtan dolayı sanığın, mağdura karşı hile ve desiseler kullanarak edimini yerine getirmemesi, menfaat daha önceden elde edilmiş olduğundan dolandırıcılık suçunu oluşturmayacaktır. Somut olayda sanığın, önceden alım-satım nedeniyle mağdur V.’ye borçlanmış olması halinde, aralarındaki borç-alacak ilişkisi hile ve desise nedeniyle fesada uğratılmamış iradeyle meydana geleceğinden, daha sonra bu borcun hileli hareketler ile kapatılması durumunda, dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşması olanaksızdır. Bu nedenle katılan V.’nin ve vekilinin, aşamalarda kesinlik kazanmayan bir şekilde, alım-satımdan kaynaklanan önceki borca karşılık taşınmazın tapusunun sanık tarafından devredildiğine ilişkin anlatımları karşısında, ceza yargılamasının amacına uygun biçimde, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından katılan V. dinlenerek, vekili aracılığıyla Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu 19.11.2001 tarihli dilekçede ileri sürüldüğü gibi, diğer katılan Sabiha Kuzu ile tapu iptali ve tescil davasının açılmasından önce taşınmazın devri hususunda görüşüp görüşmediği, görüştüklerinin kabulü halinde sanığın tapuyu devir işlemleri öncesinde bu mağdurun rızasının olup olmadığının ve devir işleminin yalnızca önceki alacak-verecek ilişkisinden kaynaklanan borç karşılığında mı, yoksa borcu aşan bir miktar belirlenerek üste para da verilmek suretiyle mi gerçekleştirildiği hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde belirlenmeli, hâsıl olacak kanıt durumuna göre sanığın hukuki durumu değerlendirilmelidir. Bu itibarla Yerel Mahkemece noksan soruşturma ile dosya kapsamına ve kanıtlara uymayan gerekçelerle verilen direnme kararı yasaya aykırı olup, hükmün bozulmasına karar verilmelidir”[21].

“E. Otomotiv Tic ve San. A. Ş. sorumlu yöneticisi ZA’ın 14.06.2002 günlü duruşmadaki beyanında; suça konu çek yapraklarının alışverişe konu malların tesliminden sonra, önceden doğmuş borç nedeniyle gönderildiğini, sanığın da aşamalardaki savunmasında; adı geçen şirketle önceki tarihlerde de benzer biçimde alışveriş yaptıklarını, çek yaprakları verilip bunların ödendiğini, keşideci ve ilk ciranta imzalarının kendisine ait olduğunu söylemeleri karşısında; sanığın önceden doğmuş borç için sonradan kayınbiraderi M.Y’a ait çeklerini kendisininmiş gibi imzalayarak vermekten ibaret eyleminde, suçun yasal unsurlarından olan hile, desise ve çeke bağlı zararın oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine hükmolunması (yasaya aykırıdır)”[22].

“…Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3.3.1998 gün ve 6/8-69 sayılı kararında açıklandığı üzere; önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunulması halinde zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağı, somut olayda ise; sanık  CA.’ün gayrimenkul alımından dolayı borçlu bulunduğu katılan D D.’ya sanık O.S.’nun sahte düzenlediğini bildiği senetleri verdiğinin anlaşılması karşısında, senetlerin önceden doğan borç nedeniyle sonradan verildiği ve dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde mahkûmiyetlerine karar verilmesi.. yasaya aykırıdır”[23].

“….Müştekinin sanıkla nasıl bir alış veriş yaptığı, aldığı çeklerin karşılığında hangi tarihte ve nelerin satıldığı, suça konu çeklerin alış veriş sırasında mı yoksa borç doğduktan sonra mı verildiği konusunda sanık ve müştekinin ayrıntılı ve olayı açıklığa kavuşturacak şekilde beyanlarının alınması, çeklerin önceden doğan borca karşılık verilmesi halinde suçun kast unsurunun oluşmayacağı, buna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi…”[24]

Hileli davranışlara müracaat edilmesine rağmen, karşı tarafın malvarlığında haksız bir zarar, azalma meydana gelmesinin mümkün bulunmadığı hallerde dolandırıcılık suçundan bahsedilemez. Yargıtay’ın kararına konu bir olayda, kişi tıbbi yardım almak üzere acil servise müracaat etmiş, hastane masraflarını ödememek için, başkasına ait kimlik bilgileri vermiştir. Yargıtay kişilere acil durumlarda verilen tıbbi desteğin, mevzuat uyarınca ücretsiz olduğunu, sağlık kuruluşlarının ücretsiz bu yardımı yapması gerektiğini belirterek, zarar doğma imkân ve ihtimali bulunmadığından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağını ifade etmiştir. Yargıtay 15. CD.’nin, 19.02.2013 tarih ve 2011/18819 E., 2013/3030 K. sayılı kararı yol göstericidir[25].

Belgede sahtecilik yapılmak suretiyle dolandırıcılık suçunun işlendiği hallerde, faydasız/yararsız sahtecilik mevzu bahisse, bu durum dolandırıcılık suçunun oluşumuna etki eder. Faydasız sahtecilikte, kişilerin, sahtekârlık yapılmadan da mevcut olan bir sonuca ulaşmak için sahtekârlık yapmaları söz konusudur.  Doktrinde bu durum “yararsız”, “gereksiz” sahtekârlık olarak da isimlendirilmektedir[26].Bu varsayımda fiil, hukuki değer taşıyan bir sonuç meydana getirmeye elverişli olmadığından belgede sahtecilik suçunun oluşmadığı kabul edilmektedir. Yargıtay’ın bu yönde kararları mevcut olduğu gibi, 211 inci maddede gerçek bir durumun belgelenmesi maksadıyla, belgede sahtecilik suçunun işlenmesi halinde cezanın yarı oranında indirileceği hükmüne de rastlanmaktadır[27]. Faydasız sahtecilik halinde, sahtecilik gerçek bir durumu ortaya koymak üzere yapıldığından, ortada hileli bir davranış bulunmadığı gibi, elde edilen menfaat de haksız sayılamaz. Bu itibarla dolandırıcılık suçu da gerçekleşmez.  Yargıtay içtihatlarında da sahteliği ortaya konulan raporun, belgenin içeriğinin, gerçek durumla aynı olması sebebiyle, gerçek bir durumun varlığını ortaya koymak adına sahte belge düzenlenen hallerde, faydasız sahtecilikten ötürü sahtecilik suçunun ve dolayısıyla dolandırıcılık suçunun oluşmayacağı ifade edilmiştir[28].

Elde edilen yararın ekonomik olması gerekmekle birlikte, az ya da çok olmasının bir önemi yoktur. Kişinin hukuki bir ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla hareket etmesi de, suçun oluşumu yönünden bir etki doğurmaz. Bu itibarla gerçek bir alacağın tahsili için hileli davranışlarda bulunulursa, dolandırıcılık suçu gerçekleşir, ancak bu durum daha az cezayı gerektiren bir haldir (m.159).

Hileli davranışlarda bulunulmasına rağmen, yarar elde edilememişse, teşebbüs söz konusu olur. Yargıtay 15.CD.’nin 18.03.2013 tarih ve 2011/20687 E., 2013/4890 K. sayılı içtihadında;“…Somut olayda; sanık S.nin, suç tarihinden önce 13711.. seri no’lu Vodafone kontör kartının jelatinini açmadan ışık yardımı ile numaralarını okuyarak 250 kontörü telefonuna yükledikten sonra, boşalttığı bu kartla birlikte ..kırtasiye isimli işyerine gittiği, mağdurdan Vodafone marka 250 kontörlük kart istediği, mağdurun kartı çıkararak sanığa verdiği, sanığın para çıkarma bahanesi ile mağdurdan aldığı kart ile birlikte elini cebine attığı, daha önce kontörlerini boşalttığı aynı nitelikteki ve jelatin kaplaması bulunan kartı çıkararak mağdura uzattığı ve parasının olmadığını bu nedenle kartı alamayacağını söylediği, ilçe merkezinde söz konusu olayların sıkça yaşandığını öğrenen ve sanığın davranışlarından kuşkulanan mağdurun, kartın arkasındaki bölümü kazıyarak kontörün yüklenmesi için numarayı ilgili GSM firmasına gönderdiği, ancak firma tarafından karttaki kontörün daha önce kullanıldığına dair mesaj gelmesi üzerine henüz işyerinden çıkmamış olan sanığı yakalayarak durumu polise bildirdiği anlaşıldığından, eyleminin dolandırıcılığa teşebbüs suçunu oluşturduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir…” denilmek suretiyle bu hususa işaret edilmiştir.

c-Fail

Dolandırıcılık suçunun faili herkes olabilir. Kanunda suçun faili yönünden bir sınırlama getirilmemiştir. Fail ile kendisine yarar sağlayan kişinin aynı olması gerekmez. Madde metninde “kendisine veya başkasına yarar sağlayan” denilmek suretiyle bu husus ifade edilmiştir.

Ayrıca 158 inci maddede, tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında, serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle suçun işlenmesi, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hal olarak kabul edilmiştir.

d-Mağdur

Dolandırıcılık suçunun mağduru, failin kullandığı hileli hareketler sonucunda aldatılarak doğrudan ya da dolaylı olarak zarara uğratılan gerçek kişidir. Aldatılan kişi ile malvarlığı zarara uğrayan kişinin aynı olması gerekli değildir. Ancak aldatılan kişi ile mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunanın (taşınır malda zilyet olan, taşınmazda yetkili bulunan) aynı kişi olması gerekir. Çünkü bir kimsenin zararına yol açan tasarrufun aldatılma sonucu gerçekleşmesi aranır[29]. Bir mal üzerinde tasarruf imkânı bulunmayan kişinin aldatılarak, malın alınması halinde dolandırıcılık değil, hırsızlık suçu oluşur. Konuyu sıklıkla verilen örnekler üzerinde açıklayacak olursak[30]; (A), pırlanta yüzüğünün temizlenmesi konusunda kuyumcu (K) ile konuşur ve yüzüğünü ona bırakır. (K), bir saat sonra gelip alabileceklerini ifade eder. (A) işlerini halledemezse şoförünü gönderip aldıracağını söyler. Bu konuşmalara kulak misafiri olan (C), arkadaşı (E)’ye durumu anlatır, yaptıkları plan çerçevesinde (E), (A)’nın otomobiline benzer bir araçla giderek, kendisini (A)’nın şoförü olarak tanıtır ve yüzüğü (K)’dan alır. Bu olayda, dolandırıcılık suçu gerçekleşir, çünkü (K) fer’i zilyet de olsa (A) adına hareket edebilmektedir. Buna karşılık; (C), havalimanında (A)’nın dalgın bir şekilde arkası dönük oturduğunu görerek, ücretle valiz taşıyan (E)’yi çağırıp, (A)’nın valizini göstererek “valizlerimi al gel” der, valizin sahibiymiş gibi hareket eder, (E)’nin kendisini takip etmesini sağlarsa ve bu yolla valizi mal edinirse, hırsızlık suçunu işlemiş olur. Zira burada (E), belirli bir ölçüde kandırılmakla birlikte, valiz üzerinde ne zilyetliği ne de tasarruf anlamında bir yetkisi mevcuttur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.02.2006 tarih, 2005/11-129 E. ve 2006/13 K. sayılı içtihadında; “Sanığın, yurtdışından Pamukbank Karşıyaka Şubesine A.H. adına gönderilen 7.000 DM tutarındaki havale bedelini, bu şahsa ait sahte nüfus cüzdanı ibraz edip kendisini bu kişi olarak tanıtmak suretiyle 10.10.2000 tarihinde ilgili banka şubesinden çektiği, ayrıca, Yapı Kredi Bankasının Karşıyaka Şubesine D.K. adına gönderilen 30.000 DM tutarındaki havale bedelini de bu kişi adına düzenlediği sahte nüfus cüzdanı ile 09.11.2000 tarihinde banka şubesine başvurarak çekmiş bulunduğu dosyadaki kanıtlardan açık, net ve duraksatmaz düzeyde anlaşılmaktadır. Sanık her iki olayda da banka memurlarını, gönderilen havalenin gerçek alıcısının kendisi olduğunu sahte nüfus cüzdanlarını göstererek ikna ile onların iradesini sakatlayarak paraların kendisine teslim işlemlerini gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla sanığın eylemlerinde sahte nüfus cüzdanları, dolandırıcılık suçunun “hile” unsurunu oluşturmaktadır. Dolandırıcılık suçu hileli davranışlarla bir kimsenin aldatılmasıdır. Burada hileli davranış parayı gönderen ya da alan kişiye değil, doğrudan doğruya banka adına hareket eden banka memurlarına yapılmış ve bu şekilde paranın teslimi sağlanmıştır. Dolandırıcılık suçunda, hileli hareketlerle irade özgürlüğü sakatlanan ile zarar görenlerin farklı kişiler olması da olanaklıdır. Suçun tanımından da bu açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, banka hizmet, kayıt ve belgelerinden yararlanılarak gerçekleştirilen dolandırıcılık eyleminde bankanın aracı olarak kullanılması nedeniyle, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 504/3. madde ve fıkrasında yazılı nitelikli dolandırıcılık suçu oluşmuştur…”denilmek suretiyle yukarıda aktardığımız bilgiler teyit edilmiştir.

Bir tüzel kişinin temsilci yahut yöneticisi kandırılarak böyle bir tasarrufta bulunmuşsa, temsilci mağdur, tüzel kişi suçtan zarar görendir. Keza yasal düzenlemede “bir kimsenin” aldatılmasından söz edilmiş olduğundan, suçun mağdurunun belirlenebilir olması gerekir. Somut olayda, müşahhas, belirli bir kişi hile ile aldatılmış olmalıdır. Herhangi bir kişi aldatılmaksızın mal varlığı hareket ettirilmişse, dolandırıcılık değil, hırsızlık yahut başka suçlar oluşacaktır. Keza toplumun geneline yönelik hileli davranışlar dolandırıcılık teşkil etmezken, şayet bu yolla belirli kişiler aldatılmışsa, dolandırıcılığın varlığı kabul edilebilir[31].

Her ne kadar herkes bu suçun mağduru olabilirse de; suçun nitelikli hallerinin düzenlendiği TCK.’nın 158 inci maddesinde mağdurun sıfatına göre eylemin nitelikli unsur kabul edildiği durumlar da bulunmaktadır[32]. Buna göre mağdurun içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle ya da mağdurun algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle suçun işlenmesi nitelikli unsurdur.

Dolandırıcılık suçunda hileli davranışa muhatap olan kişinin algılama yeteneğinin bulunması gerekmektedir. Zira madde metninde açıkça “aldatma” kavramına yer verilmiştir. Algılama yeteneği bulunmayan kimselerin aldatılması mümkün olamayacağından, onlara karşı aldatıcı davranışlarda bulunulsa dahi, eylem dolandırıcılık olarak değil, hırsızlık olarak nitelendirilmelidir. Örneğin küçük yaştaki bir çocuğa ya da algılama yeteneğini tamamen ortadan kaldırabilecek nitelikte akıl hastalığı mevcut bir kimseye karşı yapılan aldatıcı hareketle elinden değerli bir altın künyenin alınması halinde, eylem, “dolandırıcılık” değil, “hırsızlık” kabul edilmelidir. Buna karşılık mağdurun algılama yeteneği, sadece zayıfsa, dolandırıcılık suçu oluşur. Nitekim 158/1-c maddesi uyarınca, “kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle dolandırıcılık suçunun işlenmesi” daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurdur. Suç tipinde “aldatma” arandığından, algılama yeteneği hiç bulunmayanlar yönünden üstte de ifade ettiğimiz gibi, bu nitelikli unsur değil, fiilin mahiyetine göre, hırsızlık, yağma gibi başka suçlar gerçekleşir[33]. Yargıtay’ın görüşleri de bu doğrultudadır:  “…Sanığın, akıl hastası olan mağduru aldatarak çıkar sağladığından bahisle açılanve sübutu kabul edilen eyleminin, mağdurun tam akıl hastası olması halinde, kendisine yapılanın ne olduğunu, sonucunda neler doğacağını, neden-sonuç ilişkilerini kavrayamaması nedeniyle aldatılmasından söz edilemeyeceği cihetle, hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine hükmolunması…”[34].

“Dolandırıcılık suçu, sanığın mağduru kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yaparak hataya düşürmesi, onu kendi mal varlığı aleyhine bir işlemde bulunmaya yöneltmesi ve bu işlem sonucunda sanığın kendine veya başkalarına haksız bir çıkar sağlaması ile oluşur. Suçun mağduru ise, hileli hareketleri denetleyebilecek, onlara karşı kendisini koruyabilecek, özgür iradesi ile düşünüp karar verebilecek yapıda olmalıdır. Bu açıdan küçük ya da kısıtlı bir kimsenin kandırılması için hileli hareketlere gerek bulunmamaktadır. Zira bu durumda bulunan kişiler, etki altında kalacakları, sonucu düşünüp öngöremeyecekleri, sağlıklı düşünemeyecekleri için en basit bir yalana dahi inanacaklardır. Yaptığının ve kendisine yapılanın ne olduğunu, sonucunda neler doğacağını, neden-sonuç ilişkilerini kavrayamayan bir kimsenin aldatılmasından söz edilemeyeceği, irade özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülemeyeceği, suçun aldatma unsuru gerçekleşmeyeceği için onlara karşı dolandırıcılık suçunun işlendiğinden de söz edilemeyecektir. Yapılan açıklamalar ışığında; suç tarihinde 1993 doğumlu olan mağdur   E.A.’un yanına gelen sanığın, mağdura laf atarak yakınlaşıp devamında da cep telefonu olduğunu öğrenmesi üzerine kendisini babasının arkadaşı olarak tanıtıp, ona hal-hatır soracağını, telefonun kartını çıkartarak kendi kartını takıp konuşacağını söyleyerek mağdurdan telefonu alıp olay yerinden uzaklaşması üzerine çevreden gelenlerce yakalanması şeklindeki olayda, suç vasfının tayini açısından mağdurun nüfus kayıtlarının getirtilerek suç tarihinde kaç yaşında olduğu ve kendine yönelik hileli davranışların anlam ve sonuçlarını kavrayacak akli, bedeni ve ruhi olgunluğa sahip olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre; eylemin hırsızlık suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılmadan eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi… yasaya aykırıdır”[35].

e-Konu

Dolandırıcılık suçunun konusu; failin kendisi yahut başkası için elde ettiği ekonomik yarardır. Bu yarar malvarlığına ilişkin herhangi bir değer (taşınır-taşınmaz mal-alacak hakkı vb.) olabilir. Madde metninde kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan”denilmekle, elde edilecek yararda herhangi bir özellik aranmamıştır. Bu anlamda, hileli davranışlarla, üretilen bir mal veya hizmetten yararlanarak, bu anlamda mağdurun zararına, kendisine veya başkasına, ekonomik yarar sağlamak da suç kapsamında mütalaa edilir. Yargıtay’ın görüşleri de bu doğrultudadır[36].

Hileli davranışlarla elde edilen malın, değerinin az olması yahut mal kavramına dâhil olmakla birlikte, ekonomik değerinden ziyade, manevi değeri bulunması (hatıra niteliğindeki plastik yüzük) suçun oluşumu yönünden önem arz etmez. Konunun bu tarz özellikleri, 61/1 kapsamında değerlendirilebilir.

Cinsel ve duygusal anlamda tatmin oluşturan yararlar, suçun konusu kapsamında değerlendirilmez[37].

Dolandırıcılık; konunun hareketten etkileniş tarzına göre, bir zarar suçudur. Hileli davranışlar sonucunda bir kimsenin mal varlığında azalma, diğer tarafın malvarlığında artma meydana gelmektedir. Yararın doğrudan veya dolaylı olarak elde edilmiş olmasının, suçun oluşmasına bir etkisi bulunmamaktadır. Failin yarar elde edememesi ancak mağdurun zarara uğraması halinde de suçun oluştuğu kabul edilmelidir[38].

f-Nitelikli Unsurlar

Dolandırıcılık suçunun, maddi unsurlara ilişkin daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri 158 inci maddede düzenlenmiştir. Maddede;“Dolandırıcılık suçunun;

a) Dinî inanç̧ ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,

b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,

c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,

d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç̧ olarak kullanılması suretiyle[39],

e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,

f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç̧ olarak kullanılması suretiyle,

g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,

h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında[40]; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,

i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,

j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,

k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,

l) Kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle,

İşlenmesi halinde, üç̧ yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, (e), (f), (j), (k) ve (l) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı dört yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.

(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) (Ek fıkra: 24/11/2016-6763/14 md.) Bu madde ile 157’nci maddede yer alan suçların, üç̧ veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında; suç̧ işlemek için teşkil edilmiş̧ bir örgütün faaliyeti çerçevesinde islenmesi hâlinde verilecek ceza bir kat artırılır” denilmektedir. Her ne kadar nitelikli unsurlar, suçun maddi unsurları içerisinde incelenen bir konu olsa da biz nitelikli unsurları kapsamı itibariyle bir başka paylaşımımızda inceleyeceğiz.

 

[1]      “Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olma, “sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Olaysalolarak değerlendirmede, hileli hareketin ne olduğu, mağdur üzerindeki etkisi, kandırabilecek bir hareket olup olmadığı, mağdurun iyi niyeti ve güven duygularının suiistimal edilip edilmediği araştırılmalıdır” Yarg. 11. CD., 28.05.2009, 8295/6586.

[2]Yargıtay’a göre de “dolandırıcılık salt mal varlığına karşı işlenen bir suç değildir. Mal varlığı yanı sıra irade ve karar verme özgürlüğünü korumaya yönelik bir suçtur. Dolandırıcılık suçunda mağdur yanıltılmaktadır. Yani dolandırıcılık suçu tipik bir hile suçudur. İrade hile ile fesada uğratılmaktadır. Mağduru hataya düşürecek kurnazca hareketler hiledir. Her hile ahlaka aykırı bir eylem olsa dahi her zaman cezalandırılan dolandırıcılık olması için suç tipinde belirtilen şekilde muhatabı hataya düşürmesi gerekir. Hata kişideki tasavvur ile gerçeği birbirine uymaması olup, hile: mağdurda hata hali oluşturacaktır. Mağdurdaki tereddüdü kuvvetlendirilmesi de onu hataya düşürmektedir” (Yarg. 11. CD., 11.07.2012, 2011/24096, 2012/14253).

[3]     Centel-Zafer-Çakmut, s.287; Tezcan-Erdem-Önok, s.526,527; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s. 542, 543.

[4]      Toroslu, s.174. “Şikayetçinin kredi kartı ödemesi için oğlu S.A’ya 60 Euro para ile bankaya gönderdiği, bankada parayı bozduramayan mağdur S.A.’da para olduğunu gören sanığın “babanı tanıyorum” diyerek inandırdıktan sonra, cebindeki yabancı paraları gösterip yardımcı olacağını söylemesi suretiyle ikna ettiği, sendeki paraları bu paralarla değiştireceğiz diye birlikte gittikleri evin önünde sen bekle ben ortağımdan para alıp getireyim diye ayrılıp bir daha geri dönmemesinin anlaşılmasına göre; başlangıçtan beri kastının dolandırıcılığa yönelik olup, önceden planlayıp gerçekleştirdiği, yoğun ve ustaca sergilediği nitelikli yalan ile hile boyutuna ulaşan davranışlarla kendisine haksız çıkar sağlaması nedeniyle, dolandırıcılık suçunun oluştuğu ve mağdurun suça konu parayı rızası ile verdiği gözetilmeden hırsızlık suçunun gerçekleştiğinin kabulüyle suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülmesi…”(Yarg.11. CD., 23.01.2008, 9266/126).

[5]      Yargıtay CGK.’nun, 12.06.2001 tarih ve 6-118/124 sayılı ilamında mağdurun aracını rızayla verdiğinden yola çıkarak eylemin hırsızlık suçunu değil, dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu kabul etmiştir. Buna karşılık azınlık da kalan üyeler hukuki bir teslim bulunmadığından eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğunu belirtmiştir.

[6]      Yarg.11.CD., 10.06.2010, 17735/6976.

[7]      “…Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır. Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak, hırsızlık suçunun temel şeklidir. Somut olayda; sanığın, daha önceden tanımadığı şikâyetçiye kız kardeşini rahatsız ettiğini, kız kardeşiyle yüzleştireceği söyleyip, kardeşini arama bahanesiyle şikâyetçinin cep telefonunu alarak bulunduğu yerden uzaklaştığı iddia ve kabul olunması karşısında; müşteki tarafından cep telefonunun zilyetliğinin kısa bir süre için iade edilmek üzere sanığa devredilmiş ve zilyetliğin devir iradesinin gerçekleşmemiş olması nedeniyle, sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin yazılı şekilde dolandırıcılık suçundan hüküm kurulması…” Yarg. 15. CD., 28.03.2013, 21155/5707;“Mağdurun cep telefonuna bakıp iade etmek üzere geçici olarak alan sanığın, başkasına satarak geri vermemekten ibaret eyleminin, zilyetliğin devredilmemesi nedeniyle hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, …” Yarg. 11. CD., 25.02.2008, 3267/1015;“…Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır…Sanığın, müştekinin çalıştığı petrol istasyonuna askeri kıyafetle giderek telefon etmesi gerektiğini ve kendi telefonunu kullanmak istediğini söyleyince müştekinin telefonunu verdiği, sanık bu telefona kendi sim kartını takıp kullandığı sırada gelen müşteriye bakmak için müştekinin pompaya geçtiği, işi bittikten sonra baktığında sanığın gitmiş olduğunu fark ettiği olayda şikayetçinin cep telefonunun zilyetliğinin sanığa devredilmemiş olması nedeniyle eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağının gözetilmemesi..” Yarg. 15. CD., 25.09.2012, 16227/42082.

[8]      Yarg. 11. CD., 05.05.2009, 9112/5215.“… Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır. Hırsızlık suçunda; menkul bir malın, sahibinin rızası dışında alınması, mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerindeki zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hale gelmesi söz konusudur. Sanığın, ATM cihazından emekli maaşını çekmek için bekleyen müştekinin yanına giderek kendisine yardım etmek bahanesiyle müştekiden kartını alıp parasını çektiği ve ‘‘senin paran burada yok’’ diyerek müştekiyi başka bir bankaya yönlendirmek suretiyle müştekiye ait hesaptan çektiği parayı aldığının anlaşıldığı olayda, eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması… yasaya aykırıdır”Yarg. 15. CD., 28.02.2013, 19312/3745.

[9]      Toroslu, s.174. Taşınmaz malların da dolandırıcılık suçuna vücut verebileceğine dair örnek karar için bkz. Yarg. CGK., 13.03.2012, 15-488/97.

[10]    Tümerkan, s.1, 32; Önder, s.363, 364; Hafızoğulları-Özen, s.397, 398; Özgenç, s.16, 17.

[11]    www.tdk.gov.tr (erişim tarihi: 11.05.2011).

[12]    Bkz. TCK.m.157 gerekçesi. Bu suçun ihmali davranışla işlenebileceği konusunda bkz. Centel-Zafer-Çakmut, s. 458; Kanbur, s.66; Hafızoğulları-Özen, s.402; Tümerkan, s.43-45; Önder, s.374, 375. Doktrinde Dönmezer, kanunda açık bir hüküm olmadıkça “hile”nin aktif bir davranışı gerektirdiğini ifade etmiştir. Bkz. Dönmezer, s.457; Tezcan-Erdem-Önok, TCK.’nun 157’nci maddesinin metninde açık bir hüküm bulunmadığından, gerekçede yer alan anlatımların, ihmali davranışla dolandırıcılık suçunun işlenebilmesi yönünden yeterli olmadığı görüşündedirler. Bkz. Tezcan-Erdem-Önok, s.596, 597. Yine Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepede, kanunilik ilkesi kapsamında açık bir düzenleme bulunmadığından, suç tipinin ihmali hareketle gerçekleşemeyeceğini belirtmişlerdir. Bkz. Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.648.

[13]    “…Somut olayda; şikâyetçinin, ablası ile bindiği taksinin sürücüsü olan sanığa 17 TL tutan taksi ücreti için 50 TL verdiği, sanığın 5 TL göstererek eksik para verdiğini söylediği, şikâyetçinin 5 TL’yi alıp ikinci kez 50 TL verdiğinde de yine 5 TL verdiğini ve paranın kenarının yırtık olduğunu söylediği, bunun üzerine şikâyetçinin üçüncü kez 50 TL’yi sanığa verdiği, ablasının uyarısı ile üçüncü kez verdiği 50 TL’ yi geri aldığı, ablasından aldığı para ile 20 TL vererek taksi ücretini ödediği, böylece sanığın şikâyetçiden 100 TL haksız menfaat temin ettiği olayda dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir…” Yarg.15.CD., 11.10.2012, 17237/43344.

[14]    Selçuk, s.114; Özgenç, s.18; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.647.

[15]    “Asker olmayan sanığın, güven sağlamak amacıyla giydiği kamuflaj tabir edilen askeri elbiseyle, şikayetçinin çalıştığı işyerine gelip, elindeki cep telefonu sim kartını gösterip acilen telefon etmek zorunda olduğu havasını yaratıp, “telefonla görüşmem lazım” diyerek şikayetçiden aldığı telefona sim kartını takıp, sanki komutanıyla konuşuyormuş gibi “ üsteğmenim araç arızalandı” dedikten sonra şikayetçiye, “şimdi beni arayacaklar, araçta eşim bekliyor onu da alıp geleyim” diyerek cep telefonu ile olay yerinden uzaklaştığının anlaşılması karşısında; sanığın, hileli davranışlarıyla telefonunun kendisine teslimini sağladıktan sonra, şikayetçiyi oyalayarak, hileli davranışlarına devamla eylemi gerçekleştirmesi nedeniyle, başlangıçtan beri amacının dolandırıcılık olduğunu kabul eden mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir” Yarg. 11. CD., 06.02.2008, 10052/599;“….Somut olayda; sanığın suç tarihinde şikayetçinin çalıştığı Babaeski İlçesi Alpullu beldesinde bulunan benzin istasyonuna gelip, yapmış olduğu plan dahilinde, şikayetçinin iş arkadaşı tanık T.C’yi tanıdığını söyleyip şikayetçi ile samimiyet kurduğu, kendisinin Uzunköprü ve Hayrabolu İlçelerinde motosiklet bayiliği yaptığını söyleyerek güven tesis ettiği, ayrılmak üzereyken şikayetçinin motosikletine baktığı, inceledikten sonra bazı eksiklikleri olduğunu belirtip, motosiklete ayar yaptığı, akabinde deneme sürüşü yapmak için motosikleti alarak olay yerinden ayrılıp bir daha geri dönmemesi şeklinde gelişen olaylarda, mahkemenin dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir….” Yarg. 15. CD., 03.05.2012, 12835/36261;“…Olay tarihinde minibüsünü yıkayan müştekinin yanına gelen sanığın müşteki ile kendisini istediği yere götürmesi konusunda anlaştığı, yolda gittikleri sırada üzerinde para olmadığını söyleyerek oturduğunu söylediği sitenin önünde müştekiyi durdurduğu, 300 EURO getireceğini söyleyerek müştekiden bozmasını istediği ve 450 TL alarak 300 EURO’yu evden alıp geleceğini söyleyip olay yerinden ayrıldığı anlaşılmakla eylemin mahkemece dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir…” Yarg. 15. CD., 28.05.2012, 13880/37881.

[16]    Dönmezer, s.456; Özgenç, s.25;Centel-Zafer-Çakmut, s.459; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.649. Doktrinde Tümerkan, soyut yalanın, ortamın uygunluğundan istifade edilerek sonuç doğurması halinde dolandırıcılık suçunu oluşturacak hile kapsamında mütalaa edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Örneğin, sadece basit bir yalan, küçük bir çocuğun elinden parasının alınmasını sağlıyorsa, dolandırıcılık vardır, çünkü burada fail, ortamdan, çocuğun küçüklüğünden istifade etmiştir. Bkz. Tümerkan, s.42. Bu konuda Hafızoğulları-Özende; soyut yalan, sahneye koyuşa ihtiyaç gösteren yalan ayırımının yerinde olmadığını, nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin muhatabını aldatan bir yalanın, hile kapsamında bulunduğunu belirtmişlerdir. Bkz. Hafızoğulları-Özen, s.399, 400.

[17]    Hafızoğulları-Özen, s.400, 401.

[18]   Önder, s.371,372.

[19]    “…Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır….” Yarg. 15. CD., 11.03.2013, 19978/4299; “Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olma, “sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Olaysalolarak değerlendirmede, hileli hareketin ne olduğu, mağdur üzerindeki etkisi, kandırabilecek bir hareket olup olmadığı, mağdurun iyi niyeti ve güven duygularının suiistimal edilip edilmediği araştırılmalıdır” Yarg. 11. CD., 28.05.2009, 8295/6586.

[20]“Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Somut  olayda, sanığın tanzim ettiği sahte polis kimliğinin aldatıcılık özelliği bulunmadığı ve karşı tarafın denetim imkânının elinden alınmadığı, bu şekilde otobüs şoförünün yaptığı denetim ile belgenin sahteliğini tespit ederek sanığın haksız menfaat temin etmesini engellediği, böylelikle, sanığın denetim imkânını ortadan kaldıracak mahiyette hileli bir eyleminin bulunmadığıanlaşıldığından, suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı ve sanığın beraatine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması yasaya aykırıdır”(Yarg. 15. CD., 06.11.2018, 2016/3622, 2018/7662);“Bakıma muhtaç …’in, sanığın yetkilisi olduğu özürlü bakım merkezine gerekli muayenesinin yapılıp 04/01/2013 günü yatırıldığı, bakıma muhtaç …’ün bir rahatsızlığı nedeniyle ameliyat için hastanede yattığı dönem içinde, sanığın bu durumu gizlemeye yönelik bir belge düzenleme veya davranışı olmadığı gibi refakatçi göndermemesine rağmen göndermiş gibi de belgede düzenlemediği ayrıca sanığın, kurumun mağdura refakatçi gönderilip gönderilmemesi konusunda denetim imkanını ortadan kaldıracak hileli davranışının da bulunmadığı anlaşılmaklaatılı suçun yasal unsurları oluşmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine hükmedilmesi”  (Yarg. 15. CD., 15.10.2018, 2015/11759, 2018/6661);“Suça konu iş yerinin gerçek bir iş yeri olması, sanıkların kurumun denetim imkanını ortadan kaldıracak mahiyette hileli bir hareketlerinin bulunmaması, kurumun kendisine bildirilen işyerlerini ve işe giriş bildirgelerini denetleme yetkisinin her zaman bulunması ve pirim borçlarının ödenmiş olması karşısında, nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarının yasal unsurları oluşmadığı gözetilmeden, beraatları yerine yazılı şekilde sanıklar hakkında mahkumiyet hükümleri verilmesi” (Yarg. 15. CD., 03.10.2018, 2016/194, 2018/6243).

[21]    Yarg. CGK., 27.09.2005, 6-59/107.

[22]    Yarg. 11.CD., 31.01.2007, 7314/465.

[23]    Yarg. 11.CD., 12.12.2006, 6881/10155.

[24]    Yarg.15.CD., 21.03.2013, 20491/5295. Konuya ilişkin Yargıtay’ın başka kararları da mevcuttur: “Suça konu çek yapraklarının hangi ticari ilişki nedeniyle ve hangi faturayla alınan mal karşılığında verildiği sanığın temsilcisi olduğu şirketin kayıtları incelenip KDV indirimine konu yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi, katılan şirket tarafından faturaya istinaden Şişli 2. İcra Müdürlüğünün 2001/25855 Esas sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığı, imza ve borca itiraz üzerine İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2002/1660 Esas sayılı dosya ile dava açıldığı, anlaşılmakla; söz konusu dosyaların getirtilip incelenmesi, özetlerinin ayrıntılı şekilde tutanağa geçirilmesi, bu davayı ilgilendiren bilgi ve belgelerin onaylı örneklerinin intikalinin sağlanması, malların teslim ve tesellümü hususunda gerektiğinde sevk irsaliyelerinde adları geçen kişiler ile ardiye yetkilisi B.Y.’nün tanık olarak dinlenmeleri, dosyada fotokopisi bulunan 9.8.2001 tarihli olduğu düşünülen sözleşmenin aslının getirtilip, katılan şirkete faks yoluyla gönderildiği iddia olunmakla faks hattının, kaşe ve imzanın aidiyetlerinin araştırılması, çek yapraklarının iddia olunan mal teslimleri sonrasında mı yoksa mal teslimleri sırasında mı verildiği üzerinde de durularak, toplanan deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik soruşturmayla yazılı şekilde hüküm tesisi” Yarg. 11.CD., 20.03.2007, 9148/1909;“Yakınanın, 22.10.2001 günlü Cumhuriyet Savcısı önündeki beyanında, suça konu çeklerin, A.M.’a ait karşılıksız çıkan çeklerin yerine verdiğini bildirmiş olmasına göre, önceden doğan borcu nedeniyle verilmiş olduğunun anlaşılması karşısında, dolandırıcılık suçunun öğeleri itibariyle oluşmayacağının gözetilmemesi”Yarg. 6. CD., 28.03.2006, 5990/3073;“Yargıtay CGK’nın 03.03.1998 gün, 8/69 sayılı kararı ile buna uyumlu Daire kararlarında da açıklandığı üzere, önceden doğan bir borç nedeniyle sonradan senet düzenlenip verilmesi hâlinde, borç daha önce oluştuğundan senet ile arasında nedensellik bağı bulunmayacağı, bu nedenle dolandırıcılık suçunun hile unsuru olarak kabul edilemeyeceğinden, sanık H. Ç.’ın kendi borcu nedeniyle katılan Y. Y.’e verdiği, borçlusu diğer sanık R.I. görünen senetlerin, alışveriş sırasında mı, yoksa önceden doğan borç nedeniyle mi verildiğinin tespiti amacıyla sanık H. Ç.’ın kendisinden hangi tarihte ne aldığı, düzenleme tarihleri farklı olan senetlerin hangi tarihte verildiği hususları açıklığa kavuşturulduktan sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdiri ve tayini gerektiğinin gözetilmemesi..” Yarg. 11. CD. 15.06.2009, 8764/7564.

[25]Kararda; “….Sağlık Bakanlığının 11.05.2000 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinin 37. maddesinde yataklı tedavi kuruluşları, acil sağlık hizmetlerinin bedelini hizmet sundukları kişinin ödeme imkanları çerçevesinde tahsil ederler hükmü ve Başbakanlığın 2008/13 sayılı genelgesinde; 1) Acil sağlık hizmeti vermekle yükümlü bulunan sağlık kuruluşları, acil vakaları hastanın sağlık güvencesi olup olmadığına veya ödeme gücü bulunup bulunmadığına bakmaksızın kabul edecek ve gerekli tıbbi müdahaleyi kayıtsız, şartsız ve gecikmeksizin yapacaktır. Hiçbir sağlık kuruluşu acil olarak gelen hastalara yeterli personeli veya donanımı olmadığı, ilgili birimi veya boş yatağı bulunmadığı, hastanın sağlık güvencesi olmadığı ve benzeri sebepler ile gerekli acil tıbbi müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacaktır. (…) 7) Acil olarak sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların acil tıbbi müdahale ve tedavileri yapılırken hiçbir surette tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı sorgulanmayacaktır. Hizmet bedelinin tahsili ile ilgili işlemler acil müdahale sağlandıktan sonra yapılacaktır. (…) 9) Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlarımızdan ödeme gücü bulunmayanların acil sağlık hizmeti bedelleri kendilerinden talep edilmeyecektir. Bunlardan kamuya ait sağlık kuruluşlarından ve ayakta teşhis ve tedavi yapan özel sağlık kuruluşlarından acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri çerçevesinde sağlık kuruluşunun bulunduğu yer sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfından talep edilecektir. Bu konuda gerekli tedbirler ilgili vakıf başkanlıklarınca alınacaktır. Özel hastanelerden acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri ise talep edilmesi halinde 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 32 nci, 5393 sayılı Belediye Kanununun 38 inci ve 60 ıncı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 18 inci maddeleri gereğince sağlık kuruluşunun bulunduğu yerin belediyesince ödenecektir. Bu amaçla belediyelerce bütçelerine yeterli ödenek konulacaktır, hükmünü amirdir.

Somut olayda; sanık K.’in oğlu S. ile sanık M.’in oğlu Ö.’ın bisikletle kaza yaptıkları, kaza sonucu Ö.’ün yaralandığı ve götürüldüğü Tufanbeyli Devlet Hastanesinde tedavisinin yapıldığı, Ö.’ın sağlık karnesi ve yeşil kartının olmadığı, Sanık K.’in oğlu S.’e ait sağlık karnesini sanık M.’e verdiği, M.’in de bu karne ile oğlu Ö.’ın tedavisini yaptırdığı, daha sonra yaralının Kahramanmaraş Devlet Hastanesine sevkinin yapıldığı, Ö.’ın burada da S’nin kimliğiyle tedavisinin yapıldığı böylece sanıkların kurumu zarara uğrattıkları iddia edildiği olayda; yaralının tedavisi ile ilgili olarak acil sağlık hizmet bedellerinin alınamayacağı ve bu nedenle herhangi bir zararın söz konusu olmayacağı anlaşılmakla dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığına dair mahkeme kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir…”  denilmektedir.

[26]   Erman, Sahtekârlık Suçları, s.350; Erem- Toroslu, s.245.

[27]Konuyla ilgili Yargıtay kararları da açıklayıcı niteliktedir: Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 26.6.2018 tarih ve  2016/10383 E.,  2018/5875 K. sayılı içtihadında; “… 1-)Sanık ile müştekinin … A.Ş.’nin ortakları oldukları, şirketin 27.03.2007 tarihli genel kurul toplantısı ile 30.03.2007 tarihli imza sirkülerinde müşteki adına imza atılarak sahte belge düzenlendiği iddiasıyla açılan kamu davasında; Sanık …’ın savunmalarında şirketle ilgili alınan karar imzalarının şirkette muhasebeci olarak çalışan … tarafından şirket ortaklarına tamamlattırıldığını, müşteki imzalarının da kendisinin rızası dahilinde çalışanlar tarafından atılarak tamamlanmış olabileceğini beyan ettiği, tanık olarak dinlenen …’ün de bu savunmaları doğruladığı, müştekinin de şikayetten vazgeçme dilekçesinde adına atılan imzalarla ilgili önceden verilmiş muvafakatinin bulunduğu ve olay sebebiyle bir zararının olmadığını beyan ettiği olayda önceden verilen rıza çerçevesinde hareket eden sanığın sahtecilik kastının olmadığı, kaldı ki şirketin %95 payının sanığa ait olup müştekinin payının %3 olduğu dikkate alındığında suça konu imza sirkülerinde müştekinin imzasının bulunmasının gerekmediği, eylemin  faydasız sahtecilik kapsamında da değerlendirilebileceği gözetilereksanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi.. yasaya aykırıdır..” denilmektedir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 30.05.2018 tarih ve 2015/6454 E.,  2018/4071 K. sayılı içtihadında; “…Sanık …’ın miras yoluyla babaları…’dan kendisi, annesi … ve kardeşleri … ile …’ a bir arsa intikal ettiği, bu arazinin paylarının mirasçılar arasında bölünmemiş olduğu, sanığın kardeşi olan hisse sahiplerinden …’nin 29.05.2004 tarihinde öldüğü, sanığın 2004-2010 yılları arasında her yıl, ölmüş olan … yerine sahte imza atıp muvaffakatname oluşturup muhtara onaylattırıp İlçe tarım Müdürlüğü’ne sunup toplam 6.608,05TL. destekleme ödemesi aldığı, bu suretle kamu kurumu aleyhine dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarını işlediği iddia olunan olayda; Mirasçılar … ve …’ın konu ile ilgili beyanı alınmaması, sanığın gelir desteği alınan arsa üzerinde hissedar sıfatı ile hak sahibi olduğu dikkate alınarak, ilgili tarım arazisinde sanığın miras malı olan bu gayrimenkulü ne zamandan beri kullandığının belirlenmemesi, fiilen tarımsal faaliyet yapıp ürün elde edip etmediğinin araştırılmaması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti bakımından, gayrimenkul üzerinde hak sahibi olan diğer maliklerin beyanları alınarak sanığın savunmalarında belirttikleri şekilde kendi paylarına düşen doğrudan gelir desteğini alıp almadıklarının ve gayrimenkullerin suç tarihlerinde sanık tarafından kullanılmasına açık bir şekilde muvafakatlerinin olup olmadığının tespiti, sanığın İlçe Tarım Müdürlüğüne doğrudan gelir desteği için müracaatına konu ettiği arazide fiilen ekim yapıp yapmadığı, ekim yaptığı ürün ve aldığı DGD’nin fiili gerçeği yansıtıp yansıtmadığının araştırılarak tespiti, mirasçı olan sanığın doğrudan gelir desteği ile uyumlu olarak gerçekten ekim yapmasının tespiti halinde kamunun zararının oluşmayacağı ve eylemin faydasız sahtecilik boyutunda kalacağı dikkate alınarak toplanan tüm delillerin sonucuna göre atılı suçların unsurlarının oluşup olmadığı karar yerinde tartışılarak,sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde mahkumiyet hükmünün tesisi.. kanuna aykırıdır”  denilmektedir.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 18.12.2017 tarih ve 2017/4771 E., 2017/9053 K. sayılı içtihadında;“… Sanığın Çorlu 1. ve 2. Asliye Hukuk Mahkemelerinin ilgili dava dosyalarındaki dilekçeler ile Çorlu 2. İcra Müdürlüğünün 2008/8397 esas sayılı takip dosyasındaki takip talebine Avukat … yerine imza atıp düzenleyerek sahtecilik suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunduğu olayda, vekilin yapabileceği tüm işlemleri asılın da evleviyetle yapabileceği gözetilerek, Avukat … istinabe yolu ile alınan beyanında belirttiği vekalet ilişkisine esas vekaletnamenin ilgili dava ve takip dosyalarından celp edilerek incelenmesi, Avukat … ve sanığın suç tarihi itibariyle dava dosyalarına dilekçeler vermeye ve icra takibi yapmaya yetkili olup olmadığı da araştırılarak, sanığın eyleminin 5237 Sayılı TCK’nın 211. maddesi kapsamında “gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla sahtecilik” veya “faydasız sahtecilik” suçunu oluşturup oluşturmayacağı karar yerinde tartışılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ve yetersiz gerekçeile yazılı şekilde hüküm kurulması.. yasaya aykırıdır” denilmektedir.

Yine Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 12.10.2017 tarih ve 2015/4527 E., 2017/6639 K. sayılı içtihadında; “… 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 60. maddesinde belirtildiği üzere, 18 yaşından küçük çocukların gelir tespiti yapılmaksızın toplu olarak genel sağlık sigortası kapsamına alındıkları, bu sebeple hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan 18 yaş altı çocukların tedavi masraflarının Sosyal Güvenlik Kurumu’nca karşılanmakta olması karşısında, … adına yeşil kart başvurusunda bulunulması ve düzenlettirilmesi eylemlerinin ise “faydasız sahtecilik” niteliğinde olduğunun kabulü gerekeceği, yine sanığın … adına özürlü maaşı başvurusunda bulunduğu 09.08.2010 tarihinde, … adına anne ve babasının özürlü maaşı alma haklarının da bulunup bulunmadığı araştırılıp, alma haklarının bulunması halinde özürlü maaşı başvurusunda bulunulması eyleminin de “faydasız sahtecilik” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ancak haklarının bulunmadığının tespiti halinde ise eylemin tek bir resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır..” denilmektedir.

[28]Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 6.6.2018 tarih ve 2015/6070 E., 2018/4315 K. sayılı kararında;“.. Sanığın olay tarihinde bel rahatsızlığı için korse almak amacıyla gittiği hastanede, alması gerekli heyet raporu için muayene edildiği, heyet raporunun muayeneyi yapan iki doktor tarafından imzalandığı, sonrasında raporda imzası bulunması gereken müşteki doktor …’ya muayene olmak için gittiği, kimliğinin yanında olmaması nedeniyle müştekinin sanığı muayene etmediği, bunun üzerine sanığın müşteki yerine rapora imza attığı, raporun bir suretini hastanenin ilgili birimine teslim edip bir suretini de kendi yanına aldığı, bu şekilde atılı suçları işlediği iddia edilen olayda;

1-) Nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen beraat hükmünün incelenmesinde;

Sanığın, suça konu sağlık raporunu ilgili birime teslim etmeyip işleme koymadığı, netice olarak eyleminin hazırlık hareketi kapsamında kaldığı anlaşılmakla, yüklenen suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir….

2-) Resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükmün incelenmesinde; suça konu sağlık kurulu raporunun ve sanığın rahatsızlığının gerçek olması, sadece kimliğinin yanında olmaması nedeniyle sanığın müşteki tarafından muayene edilmemesi, eğer bu eksiklik olmasaydı sanığın muayenesinin yapılacak olması karşısında, sanığın müşteki doktor adına rapora imza atması şeklindeki eyleminin faydasız sahtecilik niteliğinde olduğu anlaşılmakla, sanığın beraatına karar verilmesi gerekirken,yazılı şekilde mahkumiyetine hükmolunması yasaya aykırıdır..” denilmektedir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 25.04.2018 tarihli ve 2017/14800 E., ve 2018/2924 K. sayılı içtihadında;“…Sanık … hakkında nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri ile suça sürüklenen çocuk … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen beraat hükmü katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Suça sürüklenen çocuk …’in sanık …’in oğlu olup 02/08/2012 tarihli… Devlet Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulu raporuna göre %40 özürlü olmasına rağmen sanık ile birlikte Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından verildiği belirtilen 05/08/2008 tarih ve 3319/8-2 rapor numaralı sahte olduğu tespit edilen özürlü sağlık kurulu raporunda %60 özürlü olduğu beyan edilerek katılan kurumdan 3897,55 TL özürlü maaşı aldığı, sanık …’ın sahte rapor tanzim ederek resmi belgede sahtecilikyaptığı ve suça sürüklenen çocuk ile birlikte bu sahte raporu kuruma verip maaş almak nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri iddia olunan olayda; suça sürüklenen çocuğun aksi ispatlanamayan; rapor için hastaneye gittiğinde elinden belgelerinin alınıp iki gün sonra gelin denilmesi ile gittiklerinde raporun hazır olduğunun ve kendilerine verildiğini, raporun sahte olduğunu bilmedikleri yönündeki beyanı ile suça sürüklenen çocuğun 27.04.2012 tarihli sağlık kurulu raporuna göre gerçekten %40 özrünün bulunması, katılan kurumun 30.05.2016 tarihli yazısından %40 özürlü kişilere ve %60 özürlü kişilere aynı oranda maaş ödendiğinin bildirilmesi karşısında, suça sürüklenen çocuğun gerçekten özürlü maaşı alma hakkı bulunduğu ve kurum zararının bulunmaması karşısında, sahteciliğin faydasız sahtecilik niteliğinde olduğu, sanık ve suça sürüklenen çocuğun üzerilerine atılı suçların yasal unsurlarının oluşmadığıgerekçesine dayanan mahkemenin beraat hükümlerinde bir isabetsizlik bulunmamıştır…” denilmiştir.

[29]    Önder, s.366; Centel-Zafer-Çakmut, s.454; Tezcan-Erdem-Önok, s.593.

[30]    Önder, s.366.

[31]    Önder, s.366; Tezcan- Erdem- Önok, s.593, 594.

[32]    TCK.m.158/1’de; “(…) b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle, c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle” düzenlemesi mevcuttur.

[33]    Benzer görüş ve açıklamalar için bknz. Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.646; Tezcan-Erdem-Önok, s.594.

[34]    Yarg. 11. CD., 20.10.2010, 15405/11580.

[35]    Yarg.,11. CD., 26.03.2009, 8560/3454.

[36]    “…Somut olayda; sanığın, ele geçirdiği bir Belçika vatandaşına ait pasaportun üzerine kendi fotoğrafını yapıştırarak mağdura ait otele gittiği ve burada İngilizce konuşarak turist olduğu izlenimini yaratıp otelde beş gün kaldıktan sonra konaklama ücretini ödemeden otelden ayrıldığı şeklindeki eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir..” Yarg. 15. CD., 20.02.2013, 18937/3076.

“Somut olayda; sanığın otosunun bakım ve tamiri için müştekiye bırakarak adını V. olarak farklı tanıtması ve araç tamir olduktan sonra almaya gelince, tamir ücreti 795 TL’yi ödemeden, yıkatıp geleyim diye aracı alarak uzaklaşıp dönmemesi şeklinde gerçekleşen eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir…” Yarg. 15. CD., 11.03.2013, 19978/4299.

[37]    “….Duygusal veya manevi yönden uğratılan zarar dolandırıcılık suçunu oluşturmaz….” Yarg. 6. CD., 01.12.2011, 15875/47627.

[38]   Centel-Zafer-Çakmut, s.464, 465.

[39]   “…Sanık A.N.’in, C. Specialist Company şirketine karşı başlattığı hukuksal süreci kaybetmesi üzerine, şirketi tarafından kendisi aleyhine icra takibi başlatıp, bu takibe itiraz etmeyerek takibi kesinleştirilmesi, M. Nakliyat ve Tic. Ltd. Şti’nin alacaklı 3. kişi olduğu gerekçesi ile müdahil dört şirkete karşı haciz ihbarnamelerinin çıkartılması, ihbarnamelerin katılan şirketlerle ilgisi olmayan YK.’a tebliğ edilip kesinleştirilmesi ve bu suretle şirketlerin paralarının alınmasına dair işleyecek sürecin, …. sanıklar A.N. ve Av. N.T.’nın plan dahilinde birlikte hareket ederek 01.10.2001 tarihinde Mersin Asliye Ticaret Mahkemesinin 1998/1284 esas sayılı dosyasında tashihi karar taleplerinden vazgeçtikleri, 8 gün sonra Mersin 5. İcra Müdürlüğünün 2001/5255 sayılı dosyasıyla başlattıkları icra takibinde, takibin kesinleşmesi üzerine 1 ve 2. haciz ihbarnamelerini Y.K.’a bu plan dairesinde tebliğ edilerek, 1. ve 2. haciz ihbarnamelerinin şirketleri temsile yetkili kişilere tebliğ edilmesi halinde, yapılacak itirazları engellemek amacıyla YK’ın da bu plana dahil edilerek, 1. ve 2. haciz ihbarnamelerinin şirketi temsile yetkili olmadığı, Mersin İcra Tetkik Mercii’nin 35-158 sayılı ilamı ile anlaşılan katılan şirketlerde çalışmadığının Mersin İş Mahkemesinin 27.12.2005 gün ve 390-1304 sayılı kararı ile de sabit olan Y.K.’a tebliği sağlanarak sanıklar A.N., N.T., M.FK. ve Y.K.’ın eylem ve fikir birliği içerisinde üzerlerine atılı kamu kurumu olan İcra Müdürlüğünü aracı kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri….” Yarg. CGK., 09.03.2010, 11-109/48; “Sanık S.S.’ın da, İcra Müdürlüğü aracılığı ile yapılan tebligatı katılanın yeğeni olduğunu söyleyerek tebellüğ edip takibin kesinleşmesini sağladığı ve sanıkların baştan beri fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiklerinin iddia olunması karşısında, eylemlerinin suç ve iddianame tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.’nun 504/3, 342/1 ve karar tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 158/1-c-d, 204/1 maddelerinde öngörülen kişinin algılama yeteneğinin zayıfladığından yararlanmak ve kamu kurumlarından olan icra müdürlüğü aracı kılınmak suretiyle “nitelikli dolandırıcılık” ve …..“resmi belgede sahtecilik” suçlarını yargılamaya devamla, eylemlerin kül halinde basit dolandırıcılık suçunu oluşturduğundan bahisle yazılı şekilde mahkumiyetlerine hükmolunması…”Yarg. 11. CD., 22.10.2009, 10738/12381.

[40]   “Şirket ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında dolandırıcılık suçunu işleyebilmeleri için; öncelikle bir şirketin olması, failin ise o şirketin yöneticisi veya şirket adına hareket etmeye yetkili temsilcisi, şirket müdürü olması ve suçun şirketin faaliyeti sırasında ve yine bu faaliyetle ilgili olarak işlenmesi gerekmektedir”Yarg. 11. CD., 09.04.2010, 17340/4311.

Yazar Hakkında

Ahmet Caner Yenidünya

Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında uzmandır. Ceza Hukuku Genel Hükümler, Özel Hükümler, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ticari Ceza Hukuku alanında pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün ülkemizde insan ticareti ve cinsel şiddet mağduru kadınların korunmasına yönelik yaptığı projelerde aktif olarak görev almış, katılımcı olmuştur.

Leave a Comment